Perşembe, Ocak 31, 2013
Çarşamba, Ocak 30, 2013
Benim için dua et
Çok sevdiğim bir arkadaşımla görüştüm bugün. Bana bir sürü plan, hayal, fırsattan bahsetti kendi hayatıyla ilgili. Çok heyecanlıydı, anlatırken bile yerinde duramıyordu. Benimle aynı yaşta, üniversitenin aynı zamanlarında olmasına rağmen kendimi karşısında yaşlanmış, idealleri bitmiş gibi hissettim. Yapmak istediği, dilediği, heyecan içerisinde 'benim için dua et'leri o kadar fazlaydı ki birden 'benim istediklerim bitti sanki artık' dedim. Bakınca yıllardır damarlarımda bile isteğiyle dolaştığım bölümü okuyordum, dil öğrenmek için 2 aylığına yurt dışında kalmıştım ki bu yurt dışına ilk çıkışım değildi, kendime ait bir evim vardı. Lisedeyken hayalini kurarak uyuduklarım bitmişti. Hepsi buraya kadardı.- Gerçi evimde bir balkon olur demiştim tek sandalyelik de olsa ama iklim müsait değil zaten napcan Eskişehir'de balkonu- Hayal gücüm beni çok aşmamıştı ve heyecanlarını yitirmiş emekli gibiydim o an. 'Olur mu asıl şimdi başlıyor' dedi. 'Şimdi çalışarak kendi hayatını belirleyeceğin zaman. Bak seninle birlikte 50 kişi mezun olsun seneye. Bunların en az 35i ortalama bir işle hayatını kazanıp, yükselme çabasına girmeyecekler. Her okulda bir bu kadar olsa bile yarışmak zorunda olduğun 2binden fazla mezun mimar olacak. Sen çalıştığın, yükseldiğin kadar yaşayacaksın. Yapabildiklerini asıl şimdi yapacaksın.' dedi. Bir an düşündüm. Yaşamak istediğim rahat, her ay parası cebinde, etrafında bir kaç ahbabıyla işini halleden bir mimar olmak değildi sanki aksine sürekli her dakikasının doluluğundan yakınan, bir oradan bir buradan iş alan ve uykusuz gecelerin sonunda aldığı terfiyi kutlarken sızan bir mimar olmaktı galiba. Ayrıldık sonra arkadaşımla, dedi ki 'kafana takma hiçbir şeyi daha kaç yaşındasın bir de dua et benim için.'
Bizim evde esrarengiz bişey buldum
Geçen gün evdeki kitaplıktan kitap bakarken bu fotoğrafı buldum bir kitabın arasında. 'Hiç değişmemişim doğduğumdan beri ha!' dedim her fotoğrafıma baktığımda olduğu gibi.
HAZAN.. Songül Hanımın kızı çocukluğunu yaşayan, çocukken yaşatılan çocuk... Şanslı bir çocuk ve bu çocuk yaşıyor. Yaşayacak da. Ama ya benim çocuklarım. yazıyordu.
Hemen aklımdan çocuğu olmayan bir annenin dramı gibi senaryolar geçti. Flaştan şaşkına dönen yanımdaki çocuğun olayla ilgisi var mıydı? Yoktuysa neden oradaydı, niye bilerek kadraja alınmıştı? Ama yoksa kaçırılmak mı istenmiştim? Öldürülmek mi? Yoksa yoksa annem...
Hayli şaşırtıcı aslında millet bunlardan cinayetler çözüyooo, nerden bilebiliriz zamanında beceriksiz bir katil tarafından kurban edilmek istenmediğimi, sadece bir kadının duygusal anına denk gelmediğini nereden bilebiliriz hıı ne diyosun seen? Öff biliyorum beklediğin gibi bir şey değildi ama napiim bizim evde esrarengiz böyle şeyler oluyor.
Pazar, Ocak 27, 2013
Herkes uyumuştu bende uyumak için son hazırlıklara girişmiştim o sırada televizyonu açık bırakmıştım. Bir Avuç Deniz vardı kanald de. Öyle çok ilgimi çeken bir film değildi, tam kapatacakken Didem mesaj attı onun içinde biraz oyalandım. Sonra o sahneyi gördüm! Filmdeki Berrak Tüzünataç öldürüldü, belki izlersin diye söylemeyeyim ama öyle bir anda ki, öyle beklenmedik biri tarafından ki, ÖLDÜ MÜ LAYYN? diye kaldım. Nasıl öldü ya nasıl başrol bir anda ya ? Bir de ölmemişse diye burnunu tıkamalar filan garipti doğrusu. İzlemem için düzenlenmiş an resmen. Şimdi devamını da izledim. Öyle bitti.
Cuma, Ocak 25, 2013
Kızım Gece
İleride kızım olursa ismi GECE olacak. Yani olsun çok istiyorum. Hem kızım olsun, hem ismi Gece olsun. Bunu ilk söylediğimde ne kadar karamsar isim dedi etraftakiler. Benim adım da karamsar yani noluyo? Üstüne mi yapışıyo? Yoo. Laf olsun işte...
Ben de bir gün Düş Sokağı Sakinleri dinlerken buldum bu ismi. Hüzün kovan kuşu gelsin Gece'min yanağına konuversin diye düşündüm. Aslında bu anlamda bakınca çok da mutluluk veren bir isim bence. Asil hem Gece, ne kadar sümüklü ya da çirkin bir kız olabilir ki?
Bak şarkıyı da dinlemek istersen, çok tatlı zaten (Lütfen Gece olsun, lütfen amin.)
Ben de bir gün Düş Sokağı Sakinleri dinlerken buldum bu ismi. Hüzün kovan kuşu gelsin Gece'min yanağına konuversin diye düşündüm. Aslında bu anlamda bakınca çok da mutluluk veren bir isim bence. Asil hem Gece, ne kadar sümüklü ya da çirkin bir kız olabilir ki?
Bak şarkıyı da dinlemek istersen, çok tatlı zaten (Lütfen Gece olsun, lütfen amin.)
Perşembe, Ocak 24, 2013
Ben bunu yaşadım
Benim eğlenceli babacımla yatakta zıplamaca oynarken biz bu sahneyi yaşadık. Karenin sonrası: babamın paniği, annemin kızmaları eşliğinde alnıma dikiş atıldı. Röntgen çekilirken metal eşyalar çıkarılır ya benim de küpelerimi çıkartmışlar. Dikişten sonra benim ilk sorum küpelerim nerede olmuş. Sonra eminim bir daha oynamışızdır ben, babam ve küpelerim birlikte.
Yakın zamanlarda akıllı telefonlar hızla yayıldı biliyorsun. Benim de açıkçası en özendiğim şu WhatsApp olayı. Malta'daki arkadaşlarımdan gördüm ilk. Ben telefonla konuşabilmek için hafta sonu çarşıya inerken onlar 'Npysn cnm skldı' diye Türkiye'ye mesaj atıyorlardı. Şimdi de onlarla ve diğer arkadaşlarımla iletişim için yakın zamanda almayı planlıyorum bende. Neyse, teknolojiyle yakından ilgilenen ama yapısı gereği zor uyum sağlayabilen babacığıma kardeşim internetten çok uygun fiyata satın almış akıllılardan birini. İlk geldim, biraz sulandım haliyle ama sonra bıraktım peşini. Babam bugün sim'i çıkartmış, eski telefonunu kullanmaya başlamış. Sorduk, noldu diye. İstemiyorum, kullanamıyorum filan dedi ama asıl sebep ben alayım diye. Arkasından 'isteyen alabilir yoksa geri göndericem ben.' Benden ses çıkmayınca direkt bana söyledi. Biz de yok mok bir şekilde ikna ettik. Kardeşim telefona simi geri takacaktı ki telefonda numara kalmış mı diye baktı. Sadece 4 numara var:
1- Aşkım (annem oluyor)
2- Canım kızım (kardeşim oluyor)
3- Hazancım (ben oluyorum)
4- Nazmi (?)
Masada kahkahalar tabi :D Babam Nazmi'yi en son kaydetmiş, telefonu kullanırken sime kaydetmeyi de bilememiş yeni telefonda. Sonuç olarak babam yeni telefonu kullanmaya devam ediyor, Nazmi'yi de sime kaydettik.
Batak Eğlencesi
Geçen seneki ev arkadaşımla en büyük eğlencelerimizden biri (hohoo çok vardı kii) eşli batak oynayıp milleti haşat etmekti. Birbirimize telaştan koz söyleyemezdik çoğu zaman. Ama hani sinek mi atsam maça mı anlarında söyleyip bu dertten kurtarır, ellerimiz iyi geldiği sürece ezer geçerdik. Tabi bu sırada batağı iyice geliştirdik biz. Böyle arada canım sıkılınca feysbuktan girip oynuyorum. Bazı insanlar takip etmiyo kartları filan sinir oluyorum da asıl eğlencesi hiç kimsenin tanımadığı bir erkek ortamında olmak. Çok ciddiyim. Biri geç oynasın mesela hemen 'Hadii... hmmm.. seriiii...' yazıyosun. Sanki normalde de tahammülsüz bir kızmışsın gibi. Bi keresinde bir amcayla eş olduk, nasıl gelişigüzel oynuyo ama hiç bakmıyo ben neye kozluyorum falan. (Kozlamak: benim bir kartım bitmiş ne atarsa ben koz olan kartı atıp alıcam yani bizimiçin iyi bişey) Sonra sinirlendim oyunun bitmesine yakın 'takip etsene be oyunu adam!!' yazıp çıktım. Çok çılgın bişeydi benim için. Küfür müfür eder diye de hemen kaçtım ama tavsiye ederim, normal hayatta atraksiyonsuz insanlara :)
1942'de Kırşehirli 4 çocuklu bir ailenin 3. çocuğuydu. O zamanlar ilk ve orta okul birdi, O Ankara Bahçelievler Deneme Lisesi'nde okumuştu. Avukat olma isteğini Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesini 4 senede bitirerek yerine getirmişti. Üniversite hayatının ikinci yılında Cumhuriyet gazetesine 'Türk Sosyalizmi' başlığında makalesi çıkmış, Türkiye'de sanat adına verilmeye başlanan ilk ödüller olan Yunus Nadi Ödülünü kazanmıştı. Ertesi sene de okulda öğrenci derneği başkanı seçilmişti. Okulu bitirdikten sonra da 3 sene kadar asistan olarak çalıştı. 12 mart döneminde bir yazsında kullandığı 'ordu uyanık olmalı' sözleriyle orduya hakaret etmek ve sosyal bir sınıfın öteki sosyal sınıflar üzerinde tahakkümünü kurmak suçu sebebiyle göz altına alındı. Mamak Cezaevinde 7 yıl hapis yattıktan sonra serbest bırakıldı. Askerliğini ise subay olarak yapması gerekirken 'sakıncalı piyade eri' olarak Ağrı'nın Patnos ilçesine gönderildi. Ağır koşullar altında uzun zamandan beri var olan ülseri yüzünden mide kanaması geçirdi. Askerlikten sonra(1975 yılından itibaren) Cumhuriyet gazetesinde 'Gözlem' adlı köşesinde yazmaya başladı. Bu sıralarda dönemi anlatan Suçlular ve Güçlüler, Mobilya Dosyası, Bir Pulsuz Dilekçe gibi kitapları yayınlanıyor, Sakıncalı Piyade eseri Ankara Sanat Tiyatrosu'nda Rutkay Aziz'le beraber defalarca sahneleniyordu. Bir çok eseri durmadan yayınlanmaya devam ediyordu. Bir ara Milliyet gazetesinde de yazılarını sürdürdü ama tekrar Cumhuriyet'e geri döndü. En son polis- mafya- siyaset ağını yoğun bir şekilde araştırmaya başlamıştı. 24 Ocak 1993' de ise Ankara'da Karlı Sokaktaki evinin önüne konulan bomba ile suikaste kurban giderek yaşamını yitirdi Uğur Mumcu. Karlı Sokak adıyla bir belgesel hazırlandı sonra hayatını konu alan, ödüllerini, eserlerini yazdı herkes, kitapları tekrar tekrar yayınlandı. Şarkı bestelendi adına. Dönemin devlet büyükleri eşi Güldal Mumcu'yu ziyaret ettiklerinde 'cinayeti çözmenin devletin namus borcu' olduğunu söyleyerek söz verdiler. Ama failler bulunamadı. Bir çok iddia atıldı, hiçbir delilin olmaması üzerine. Bir çok parkın adı Uğur Mumcu parkı oldu daha sonradan.
Şimdi de unutulmamış, insanlar anıyor saygıyla. Bu gece konuşulacak bir çok arkadaş buluşmasında 25 Ocak'a kadar. Bu sıralar kimse düşündükleri, yazdıkları yüzünden hapse atılmıyor, yargılanmıyor. Çevre, devlet daha mı rahat? Daha mı anlayışlı? Ya da biz mi rahatız, biz mi umursamazız? Bunun ayrımına varmak gerekiyor.
Şimdi de unutulmamış, insanlar anıyor saygıyla. Bu gece konuşulacak bir çok arkadaş buluşmasında 25 Ocak'a kadar. Bu sıralar kimse düşündükleri, yazdıkları yüzünden hapse atılmıyor, yargılanmıyor. Çevre, devlet daha mı rahat? Daha mı anlayışlı? Ya da biz mi rahatız, biz mi umursamazız? Bunun ayrımına varmak gerekiyor.
Cumartesi, Ocak 19, 2013
İlahi adalet aslında hayli adaletsiz anne
İlahi adaletin adaletsizliği aslında. İlahi adalet gereği sen bir yerde bir kötülük yapıyorsan ne bileyim hak yiyorsan başka bir zaman illa ki gelip seni buluyor ya hani. Hani dünyanın adaleti bu ya aslında hayli adaletsiz. Bir gün sen havadan bir şeyler kazanmışsın şansın yaver gitmiş ya da isteyerek kötülük yapmışsın hile, hurda vesaire. Sonra o işten bir şey gelmiyor başına, rahat rahat devam ediyorsun sonra bir başka işin ters gidiyor. Öteki işinin suçu ne peki? Bu kusura bakma da biraz kin tutma sevgili adaletli(!) dünya. Anlatabildim mi bilmiyorum ama bu bana hiç de adaletli görünmüyor. Adaletli olan alavere dalaverenin olduğu alanda senin hüsrana uğraman olmamalı mı? Belki 'öyle zateen' diyorsun ama öyle değil. Bir çok olayı 'bu da tecrübe oldu' başlığı altına itelememiz bir adalet değil. Bak filmlerde filan da hep böyle bu durum. Ediz Hun, Hülya Koçyiğit'i boş yere suçlar sonra bir kaza da kör olur. Neden suçlamasıyla ilgili bir şeyler olmuyor da gözleri gidiveriyor? Sevgilisini aldatan aldatılır mesela. İlk aldatılanın suçu ne? Ya da ilk aldatanın yeni başladığı ilişkisinin suçu ne? İlk aldatma olayında çıksa ya adalet? Hesaplaşsan bitse. 'Keşke bunu yapmasaydım da başıma bu gelmeseydi' demesen yoluna devam etsen.
Annemin de bazen böyle düşündüğü olurmuş, benim üzüntümün acısı neden daha sonra çıkar diye düşünürmüş. Sonra da kazandıklarını görürmüş. Her kötü olay büyütürmüş çünkü insanı. Aynı çevrede, benzer anne-baba ilişkisinde hatta aynı gün doğan insan bile yıllar sonra farklı davranışlar sergilermiş, ikizler bile. Bunun sebebiymiş. Başına gelen adaletsizlik, ilerideki gelecek adaletsizliği hafifletirmiş, kaldıracak gücü kazanırmışsın, adaletsizlikle karşılaşmayan dayanamaz, sen dayanırmışsın.
Bilemedim, dedim bende anneme.
Annemin de bazen böyle düşündüğü olurmuş, benim üzüntümün acısı neden daha sonra çıkar diye düşünürmüş. Sonra da kazandıklarını görürmüş. Her kötü olay büyütürmüş çünkü insanı. Aynı çevrede, benzer anne-baba ilişkisinde hatta aynı gün doğan insan bile yıllar sonra farklı davranışlar sergilermiş, ikizler bile. Bunun sebebiymiş. Başına gelen adaletsizlik, ilerideki gelecek adaletsizliği hafifletirmiş, kaldıracak gücü kazanırmışsın, adaletsizlikle karşılaşmayan dayanamaz, sen dayanırmışsın.
Bilemedim, dedim bende anneme.
Ha Penelope ha ben
Şu kenarda da tavsiye ettiğim üzere Twice Born filminde Penelope Cruz böyle bir bere takmıştı. Anneme bir fotoğraf bulup gönderdim 'anam garip anam bunu bana yap anam' dedim. Sürprizz. Yapmış :) (Bu arada soldaki benim sağdaki Penelope hani karıştırırsan canımsss :D)
Çarşamba, Ocak 16, 2013
Salı, Ocak 15, 2013
İlk özür yazısı
Sevgili 'kısaca ib' yorumunu yanlışlıkla sildim. İşin kötüsü neye o yorumu yaptığını bile bilemeden yoksa yapar mıydım, elim gider miydi?? Lütfen tekrardan aynı yorumu yap ya da bana bir şekilde ulaş. Ne biçimde özür diliyorum baak. Öpüyorum.
Pazartesi, Ocak 14, 2013
Bugün bankaya gittim. Bankamatikten yapılan işler dışında bankaya gitmeyi hiç sevmem ben. Sıra alıyorsun, hemde 'sıra beklemeden müşteri numarasıyla daha hızlı işlemlerinizi halledin' yazılı bir kağıdı bankanın kartı sayesinde sıra beklememek umuduyla alıyorsun. Ama normalce sıra alandan bir sonraki olarak yine aynı hesaba geliyorsun. Yine vezne işlemleri biraz daha hızlı ilerliyor ama müşteri hizmetleri tam bir ölüm. Bugün de müşteri hizmetlerinin karşısındaki koltukta ölürüm sandım, kapıyı kilitlerler üstüme, kalkamam sandım. Yanıma bir de bütün banka işleyişini bildiğimi düşünen yaşlı bir amca oturdu. Azıcık bana yönelik oturmasından muhabbet açacağı belliydi. Tonton falan diye bozmadım. Önce ne kadar zamandır beklediğimi ve tahminen onun ne kadar zaman bekleyeceğini, işlemi yapılan adamın ne kadar zaman bekleyeceğini sorduktan ve ortalama cevaplar aldıktan sonra saate baktı, sustu. O sırada başka bir amca sıra numarasına basmayıp su içen vezne görevlisine 'içki içeceğine görevine bak' diye bağırdı. Adam ses etmedi, sıradaki numaraya bastı, bağıran amca değildi. Belli ki su içmesini istememişti. Benim yanımdaki amca bizim sıra ilerlemeyince kulağıma '35 dakka oldu' diye fısıldadı. Amcanın kulağıma fısıldaması hoşuma gitmediği halde gülümseyip bir işim varmış gibi çantamla uğraştım. Bizim sıra ilerleyince yine kulağıma 'bak bu adam çok iş yaptıracak birine benzemiyor' dedi. Amcanın elindeki numaraya baktım. Sıra 584'teydi, amca 585'di, ben 588'dim. Dayanamayıp 'amca ne kadar çok şikayet ettin sen bundan sonrasın ben daha 6 kişi beklicem' dedim, ama biraz şakaya vurarak(niye 6 bilmiyorum çok geldi herhalde o an). Amca şaşırdı, daha kulağıma fısıldayacağı çok şey vardı. 'Kızım bende namaza yetişirim diye düşünüyodum' dedi. Gülümsedim. Durumdan gereksiz yere mutsuz olup şikayet eden insana kaç yaşında olursa olsun tahammülüm yok galiba. Amcanın numarası geldi, 'Heh' dedi gitti. Sonra insanlar geçti ve ben amcadan önce işimi hallettim. Namaza gitmedim, Tuğçelere gittim, bir kahve içip eve geldim.
Cuma, Ocak 11, 2013
Perşembe, Ocak 10, 2013
Bu neyin kafası?
Yeni albeni reklamını görünce bir afalladım. Karamel(Zara), çikolata(Özlem Tekin) ve bisküvi(Keremcem) uyumunu gösteren 3 alakasız sanatçı kullanmışlar da bu kadar mı alakasız olur? Hele o Zara'nın komşu teyzenin özendirmek için yaptığı 'ımm ımm' tarzı kafa sallama hareketi nedir? Altına yapılan yorumlarda 'en sevdiğim 3 sanatçı' yorumunu yapan kız nereden dünyaya düşmüştür? Bunlar hep reyting anacımm.
Jönler, jönlerimiz bizim canlarımız
Türk filmlerini çok seviyorum ya bundan tv8, cine5 Türk sineması saati yapıyor çok mutlu oluyorum. Filmlerde seçiciliğim de sanırım oyunculardan kaynaklanıyor ve o zamana göre jönler çok önemliymiş bence. Jönü görünce hemen filmin konusunu çıkarabiliyorum. Bak mesela;


Tarık Akan varsa mutlaka bir gönül işi vardır. Tabi bıyıksız hali ise, bıyıklı halinde bir işçi-iş veren konusu işleniyor genelde. Bence en çok da Gülşen Bubikoğlu'yla yakışır.
Ediz Hun'un filmleri çok kaliteli olur. Yine bir aşk meselesi ve yanlış anlaşılmalardan dolayı yaşanan felaketler söz konusudur. Çok saf, temiz gelmiştir hep bana. Tokat falan da atsa 'yok yook o öyle yapmak istememiştir' derim içimden hep.
Yılmaz Güney filmlerini eleştirmek bana düşmez gibi geliyor. O kadar sert ki o kadar adam gibi adam tabirinin sözlükteki karşılığı bir havası var ki sadece onun filmleri de mutlaka bir emekçi alt temalı olur diyerek sözü bitireyim. Çirkin Kral diyolar sana ama yakışıklısın valla bak abi, kusurlarına bakma sen onların. (Resim için arattırırken çok havalı, yürek burkan sözleriyle de karşılaştım; tekrar saygıyla eğildim.)
Canım ya... Kadir İnanır olmasa ne yapardık biz? Kadir İnanır'ı görürsem bir filmde asla çevirmem. Konuları değişkendir ama kendi değişmez onunda. Hep dominant karakterli, kalıbının erkeği! Gerçi yeni bir reklamı var şu sıralar, çay yapıp servis yapıyor kadınlara. Bilerek ters psikoloji yapmış çay firması, komik olmuş. O da en çok Türkan Şoray'a yakışır tabii ki.
O bir Ferdi Tayfur. Türk sinemasında en çok Ferdi Tayfur'a büyük bir saygı, ilgi olurdu demişti Oya Aydoğan bir röportajında. Ben Ferdi Tayfur'u da severim. İlla bir ormanda sevdiğine şarkı söyleme sahnesi olurdu. Şu ağacın arkasında 'ce ee' diye sevgili arama da hep ondan gelir. O da çok sever ama acayip gururludur hep. İzlenesidir.
Ferdi Tayfur'dan sonra elbette ki Orhan Gencebay. Neden bilmiyorum ben ikisini çok benzetiyorum. Gerçi Orhan Gencebay Ferdi Tayfur'un bir tık daha ağır abi olanı. Onu ağaçlar arasında koştururken göremezsiniz mesela. O kadınını bir sözüyle gülümsetip, boynuna sarıltır o kadar.


Cüneyt Arkın. Ben ilk resimdeki salon beyefendisi filmlerini daha çok severim. Babamda ikinci resimdeki kovboy hallerini. Bir de Tarkan halleri var tek başına milyonları dövdüğü ki, işte onlar üzülerek belirtiyorum kanalı değiştirdiğim Türk filmlerinden. Yine de beğenerek izliyoruz kendisini. Ama en çok babam izliyor. Hatta çok seviyor.
Sevemedim be Bedia. Olmadı be Bedia. O hareket niye Bedia? Ben Sadri Alışık'ı değil seni sevmedim Turist Ömer. Bir iki tane normal, duygusal filmine denk geldim. Onları çok da güzel izledim de Turist Ömer, bilemiyorum, sevemiyorum. Ben böyle deyince bir arkadaşım 'onun doğaçlamalarının o zaman için ne kadar önemli olduğunu biliyor musun' demişti. Doğrudur. Diğerleri hiç böyle bir iş yapmamış zaten. Önemli olan her şeyi sevemiyorum demek ki arkadaşım, gel Turist Ömer uzaya çıkmasın bizde başka bir kanal bulalım.
Salı, Ocak 08, 2013
Seni bilmem ama ben Türkçe bildiğimiz bir şarkıyı bir yerlerde yabancı dilde duyunca çok mutlu oluyorum. 'Aaa' diyorum hemen 'falancanın şarkısı bak sen'. Çok maharetmiş gibi de Türkçe eşlik ediyorum şarkıya. Demek istediğimi örneklerle açıklayacağım şimdi.
And all the records that I have made
I'm part of a caravan" bunun açılımı daha komik oluyor. Bir çingenenin oradan oraya sürüklenmesini anlatırken bizim 'yalnızım ben çok yalnızım'ı birebir hatırlatıyor. Çok da severim Nil Burak'ı.(Issız Adam ne güzel filmdi.)
dans ederdik senle sabahlara dek
yaşardık gönlümüzce
yenilmezdik asla
çünkü gençtik yolumuzdan emindik
la la la la la la" imiş. Bizde de hemen hemen aynı ve sevimli şarkılardan.
Aslında Milva diyor ki;
"se c'è chi ha colpa quello sei tu
da troppo tempo son cambiata e sai perché
tutto il mio slancio si è spezzato contro te
sì tu sei forte più di me non domandarmelo però"
O da Türkçe "uzun zamandır değiştim sen neden olduğunu biliyorsun
sana karşı bütün hevesim kaçtı
evet sen benden daha güçlüsün ama sorma sakın bu zevki sana vermeyeceğim " ki bizim 'söyle buldun mu aradığın aşkı'ndan bambaşka bir anlamda ve ben buna elbette ki bizim bildiğimiz anlamda eşlik ediyorum.
sana karşı bütün hevesim kaçtı
evet sen benden daha güçlüsün ama sorma sakın bu zevki sana vermeyeceğim " ki bizim 'söyle buldun mu aradığın aşkı'ndan bambaşka bir anlamda ve ben buna elbette ki bizim bildiğimiz anlamda eşlik ediyorum.
Aslında Pussycat Dolls diyor ki;
"Oh as long as I know how to love
I know I'll be alive
I've got all my life to live
I've got all my love to give
I'll survive, I will survive" ki bu da az çok bizim 'döndüm bak her şey bambaşka olacak'ın aşkın bitme kısmı gibi daha çok. Bir adım öncesinin şarkısı.
I know I'll be alive
I've got all my life to live
I've got all my love to give
I'll survive, I will survive" ki bu da az çok bizim 'döndüm bak her şey bambaşka olacak'ın aşkın bitme kısmı gibi daha çok. Bir adım öncesinin şarkısı.
Aslında Jose Feliciano diyor ki;
"I'm just a gypsy who gets paid
For all the songs that I have playedAnd all the records that I have made
I'm part of a caravan" bunun açılımı daha komik oluyor. Bir çingenenin oradan oraya sürüklenmesini anlatırken bizim 'yalnızım ben çok yalnızım'ı birebir hatırlatıyor. Çok da severim Nil Burak'ı.(Issız Adam ne güzel filmdi.)
Aslında Noelle Cordier diyor ki;
"Même si je n'ai plus de voix pour t'appeler
J'aurais encore mes mains pour te chercher
Et si je n'ai plus de mains pour te guiderJ'aurais toujours mon cur pour te garder" Türkçe karşılığı 'seni aramak için hiçbir sebep olmamasına rağmen ellerin bana rehberlik edecek, kalbim ellerini tutmak için her zaman orada olacak' gibisinden bişeyler ama bizim 'haykıracak nefesim kalmasa bile ellerim uzanır olduğun yere' de fena değil hani. Mis gibi hatta.
J'aurais encore mes mains pour te chercher
Et si je n'ai plus de mains pour te guiderJ'aurais toujours mon cur pour te garder" Türkçe karşılığı 'seni aramak için hiçbir sebep olmamasına rağmen ellerin bana rehberlik edecek, kalbim ellerini tutmak için her zaman orada olacak' gibisinden bişeyler ama bizim 'haykıracak nefesim kalmasa bile ellerim uzanır olduğun yere' de fena değil hani. Mis gibi hatta.
Aslında Mary Hopkin diyor ki;
"Those were the days my friend
We thought they'd never end
We'd sing and dance forever and a day
We'd live the life we choose
We'd fight and never lose
For we were young and sure to have our way.
La la la la..." Türkçe çevirisi de aynı tatlılıkta:
We thought they'd never end
We'd sing and dance forever and a day
We'd live the life we choose
We'd fight and never lose
For we were young and sure to have our way.
La la la la..." Türkçe çevirisi de aynı tatlılıkta:
"ne günlerdi onlar
hiç bitmez sanırdıkdans ederdik senle sabahlara dek
yaşardık gönlümüzce
yenilmezdik asla
çünkü gençtik yolumuzdan emindik
la la la la la la" imiş. Bizde de hemen hemen aynı ve sevimli şarkılardan.
Son olarak Dalida ve Alain Delon diyor ki;
Bildiğimiz 'palavra'nın aynı anlamlarıyla 'paroles'(sözler/boş sözler anlamında) karşımıza çıkıyor. Asıl bu şarkıyla ilgili bir anım var diye sona sakladım. Malta'dayken bir gün İtalyan restoranına gitmiştik. İtalyan bir adamla tanışmıştı oda arkadaşım Petra. Gelenektir, herkes kültürünü aşılamaya çalışır. Normalde takmasan bile en kıyak milliyetçi olursun böyle ortamlarda. Neyse bu şarkı çaldı birden. Grace de es kaza 'ne güzelmiş bu şarkı' deme gafletinde bulundu. Ben diyorum bu bizim şarkımız çok güzeldir, İtalyan adam(adını hatırlayamadım şimdi) diyor ki yok canım bizim şarkımız. Bir adım öne geçmek için bende Grace' e bizim şarkının nakaratını ezberlettim. Anlamını da az buçuk çevirdim ki hep aklında kalsın. Ve şimdi Grace bunu Kore'ye gidince yakın arkadaşlarına falan da öğretir. Paroles halt yesin, en büyük Palavra.
Bazı insanlar gerçekten buluş yapıyor
Bugün okulda şok oldum! Belki 5 gündür 3-4 saatlik uykularla ayakta durabildiğim için normalden daha fazla tepki verdim bilemiyorum ama alt dönemlerden bir çocuk 'yeter yaa strafor kesmekten anam ağladı!' diyerek bir makine yapmış. Tel bağlamış aşağıda göreceğiniz düzeneğe elektrik devresine falan bağlamış, mis gibi kesiyor. Çocuk zaten makine mühendisliğini bitirmiş öyle bizim bölüme gelmiş. Ama bu nasıl bir uğraş yaa? Düzeneği görsen azıcık elektrik devresi bilen ve bakkaldan pil alabilme becerisine sahip herkes yapabilir aslında. Ama yapmıyor insan işte. Lanet olsun bu hocalara, maketlere diyorsun kesmeye devam ediyorsun. Çocuğun makinesini görmeye birileri falan gelmiş söylediler, takdir vesaire bile almış olabilir, çok uykum olduğundan anlayamadım ama hemen test ettim tabii.
Yerim ya cızırtısını
Kalp yaptım, Didem'e hediye ettim. Bloga koyarım bunu deyince emo pozu verdi, bilemiyorum bu kızı ama çok seviyorum :)
Cuma, Ocak 04, 2013
Sanırım buna bir yorum getirmem gerekiyor
Bu sabah Binnur beni aradı.' Teoman evlenmiş Hazan! 'dedi. Teoman pazar günü evlenmiş ama ben bunu inan geçen haftadan beri biliyordum. Arkadaşlarım Teoman sevdamı bildiklerinden daha evlenmeden dedikodusunun dakikasında bana haber vermişlerdi. Bir boşluğa düşmedim desem yalan olur. Nasıl yani dedim içimden. Bir bardan çıkarken bir muavine kafa atmayacak mı yasak aşkıyla fotoğraflandı diye? Şarkıları 'tenin esmer ruhun sarışın, ov yerim seni fahişe'lerden 'iyi ki geldin hayatıma, hoş geldin balım böceğim' mi olacak? Şimdi çocuğu olacak ve ona egzantrik bir isim mi koyacak? Yurdum genç kızları ona aşık olamadan mı ergenlikten çıkacak? Bu ciddi anlamda ulusal bir hüzün meselesi diye abartabilirim uğraşırsam... Ben de açtım demin haberini okudum klasik kıskanç ve polyanna moda girip 'aay ben istemezdim zateen' diye bahaneler sıraladım. Okuduğum haber şu idi:
"Rockçı Teoman, fotoğrafçı aşkı Ayşe Kaya ile hayatını birleştirdi.
Geçen yıl müziği bırakma kararıyla rock dünyasını şaşırtan Teoman, 4 yıldır birlikte olduğu fotoğrafçı Ayşe Kaya ile dünya evine girdi. Les Ottomans Hotel’de gerçekleştirilen nikaha yaklaşık 40 kişi katıldı. Teoman’ın nikah şahitliğini menajeri Funda Sanlıman ve yakın arkadaşı Murat Pazarbaşı yaparken, Ayşe Kaya’nın ise şahitliğini Ayşe Tiryaki yaptı. Teoman’ın konser programı olduğu için çiftin balayına çıkamayacağı öğrenildi. "
Bir kere ben olsam saçlarımı evde kendim taramazdım da en azından fön çektirir giderdim, hem Teoman'la evlenip balayına çıkmamak da neyin nesi? Fotoğrafçı ve doğal güzelliği olan bir kadın olması da Teomanvari insanların seçimleri adına bizleri umuda sürüklüyor. Yine de bu haberden öğrendiğimiz en güzel şey Teoman'ın konser programı olduğudur.
Perşembe, Ocak 03, 2013
Abuk sabuk anıları akılda tutmaca
Radyoda doğru düzgün bir şey çalmayınca youtube'u açtım demin. Şöyle bakıyordum ne dinlesem diye. Bir baktım kenarda Beyonce. Ona tıkladım içimden de ' iç mekan maketi nolcak ya' diye geçirdim. Neyse bir şarkı geçti, iki geçti, üç, dört.. Sürekli aklımda iç mekan maketi. Sonra düşündüm. En son ne zaman Beyonce dinledim? Hatırlamamla olamaz demem bir oldu. Benim zihnim bana ufak bir oyun oynamış. Gitmiş en son iç mekan maketi yaparken (bir kere maket yaptım koca bir dönemde, kalmayı hak ediyorum.Biliyorum!) Beyonce dinledim diye ikisini özdeşleştirmiş. Hemde bir iki şarkı değil bildiğin fizy'e yazıp dinlemiştim bütün akşam. Yani bunun psikolojide adı vardır kesin arattırdım google'da da bulamadım pek. Hani dinlediğin şarkı o günle özdeşleşir ya, sen git güzelim Beyonce iç mekan dersiyle özdeşleş! Olacak iş mi? Bilen bilir iç mekan hocası da pek haz edilecek bir tip değildir. Yer yer hal hareketlerinden ötürü yüzüne bakmak istemediğim olmuştur. Nitekim her teslim öncesi bağırır, çağırır. Yani nasıl bir zihin ya rabb!
Şununla iç mekan hocasını bi düşün ya bi düşüün!
Yüzyüzeyken Konuşuruz
Bir grup var belki grup değil bilemicem şimdi ama çok tatlı iki şarkısı var bak:
Özetini çıkarmam gereken sayfaların birinde..
..."in theory false, and pernicious in praxis" özelleşmiş modern anlamı Almanca'daki bir gelişmeden, yaklaşık 1840, kökeni bakımından geç Hegelci, ama artık özellikle Marksist düşünceden ileri gelir; burada, hem theory'den habersiz ya da onunla ilgilenmeyen practice hem de theory olarak kalan ve practice'te sınanmayan theory'den farklı olarak, praxis, theory'den beslenen practice ve aynı zamanda, aynı ölçüde vurgulanmasa da, practice'den beslenen theory'dir.
Yukarıda okuduğun teori (nedense Türkçe kitapta ısrarla theory yazıyor) kelimesinin tanımıdır. Ve fark ettiysen tek bir cümledir. Bunun gibi birkaç kelimem daha var üzerine makale yazmam gereken. Sonra diyorsun bana neden 'öğretmen olsam daha iyiydi' diyosun? 4 senedir mimarlık okuyorum ama lütfen sen bana söyle de bileyim BU NEDİR?
Yukarıda okuduğun teori (nedense Türkçe kitapta ısrarla theory yazıyor) kelimesinin tanımıdır. Ve fark ettiysen tek bir cümledir. Bunun gibi birkaç kelimem daha var üzerine makale yazmam gereken. Sonra diyorsun bana neden 'öğretmen olsam daha iyiydi' diyosun? 4 senedir mimarlık okuyorum ama lütfen sen bana söyle de bileyim BU NEDİR?
Çarşamba, Ocak 02, 2013
Salı, Ocak 01, 2013
Hepi Niv Yır ya hani..
Bir yılbaşını daha partilerle, eğlenmelerle ya da ailecek iyi dileklerle atlattık. Herkes güzel olsun tüm yıl diye diledi, daha sürprizli, daha harika olmasını istedi. Ama ne olabilir ki aslında? Diledik, güldük, eğlendik ve uyuduk sonra. Uyandık, kahvaltı yaptık ve dünün aynısı gibi devam ettik. Bilemiyorum belki benim için öyle oldu. 2-3 yaşlarında değilsen, gelişimin öyle ya da böyle tamamlandıysa yani boyun birden bire atacak yaşı çoktan geçtiysen, 2012 ile 2013'ü karıştıracak kıvamdaysan pek de bir değişiklik olmuyor hayatında. Kararlar alıyorsun belki uyuyana kadar. Uyanınca yine aynı sen, aynı ben. Seni değiştiren, çok özel ya da çok kötü bir günden daha az değerli aslında yılbaşı. 'Özel günleri en çok kutlamayı seven sendin aa ne oldu?' diyebilirsin içinden ki doğrudur hala özel günler özeldir, önemlidir. Ama çok iyi dilekler dilemek için ne bileyim önemli bir kararı almak için 18 ocaktan farkı ne yılbaşının? (18 ocak farz edilen bir tarih tabii) Umutsuz değilim tabii ki. Bu sene olacak olayların tarihinin sonunda hep 2013 yazacak ve oraya buraya 'bugün şu oldu, bugün şu olacak' diye tarihleri not almayı çok seven ben, 2013 notlarında iyi şeyler olmasını diledim. Belki de bu yazdıklarımın hepsi bu yılbaşı gününü özelleştirmek istemememdendir. Normal bir günden daha fazla şey beklememdendir belki. O gece saat 2 bile olmamıştı kardeşimle yılın ilk kavgasını yaptığımızda. Son derece sinirli uyumaya gitti, birkaç dakika sonra ben gittim yanına öptüm, uyumamıştı zaten(sinirliyken uyuyamaz). 'Seni üzmek istememiştim kardeşim, seni çok seviyorum' dedim. 'Bende seni çok seviyorum ablacım.' dedi. Sarılıp uyuduk. Sabaha karşı 4 gibi uyandım. Telefona baktım, tekrar uyudum. Umarım yıla nasıl başlıyorsan öyle değil de, nasıl diliyorsan öyle gidiyordur. Hepimize mutlu yıllar.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)