Cumartesi, Aralık 27, 2014
Çarşamba, Aralık 24, 2014
Bu aralar buna taktım
Bu sıra kendimle çeliştiğim bi konu var sevgili okur. Hani bazıları için bazı şeylerin değmeyeceğini düşünürüz de 'onun için değil ki kendim için yapıyorum' diye kendimizi rahatlatırız ya. Hah işte tam o konuya takmış durumdayım. Sanırım örnek vermeden anlatmam zor olacak. Şöyle başlayayım o zaman. Diyelim ki yan komşuya kokulu kokulu pişen bir şeyi götürmen gerekiyor. Yani aslında gerekmiyor da 'kokmuştur cınım sizi di dişindim' diye göstere göstere yapılan iyiliğin bedeli olarak gerekiyor denir. Ama yine varsayıyorum ki o kadar da iyi bir komşunuz yok, yer yer sizi rahatsız etmiş, yeri gelmiş apartman kurallarını ihlal etmiş; yani bu ilişki içinde bariz iyi olanın kendiniz olduğunu düşünüyorsunuz. Neden daha da iyi olmak ya da 'bak ben fevkalade daha iyiyim unutursun diye gösteriyorum' hareketlerinin gereğini duyuyoruz?
Geçenlerde bir tivit okudum "nasıl başkasının düşüncesini önemsemiyorsun ya ben tuvalette benden öncekinin pisliğini temizliyorum benim sanmasınlar diye". Aslında komikli tivit olarak yazılmış ama hayatta gerçekten de daha iyi olan olmak adına başkalarının pisliğini temizlediğimiz anlar çok oluyor bence. Bilemiyorum en azından bana oluyor. Karmadan etkileniyor olabilir miyiz? Hani meşhur 'gün gelir hesap döner' mantığının yerleştiği düşünce... Ne kadar kötü bir komşu olursa olsun, zamanı gelir işim düşer iyi olduğumu bilsin ben en iyisi bu kokulu yemekten götüreyim biraz. Bu mu düşünce? Yani neden ben o kokulu yemeği tadını çıkara çıkara kendi başıma yiyemiyorum? Paylaşmak istediğim kişiyle zaten 'iyilik' adı olmadan paylaşırım, değil mi?
Tam olayın bu ucundan tutup diğer arkadaşlık ilişkilerine bağlamak istiyorum. Asıl yakınacağım konu o çünkü. Kızlar arasında genelde iyi çocuklarla takılmak, iyi çocuklarla olmak algısı vardır. İyi çocuk kriteri de her anlamda onaylanan çocuktur. Efendim yakışıklı olacaktır, düzgün tavırları olacaktır, rayından çıkmayacaktır ve en önemlisi arkadaşlarınla iyi geçinecektir. Bunların hepsi kızlar arasındaki iyi çocuk kavramını içerir. İyi kızlar olduğumuz için de iyi çocukları hak eder, iyi çocuklarla olmaya değeriz. Peki ya kötü çocuklarla asıl 'kendim için' yaşadığım, eğlendiğim anlar? (Ufak bir hatırlatma: kötü çocuk illa Nuri Alço değildir, sadece iyi çocuk kavramından birini ıskalamış çocuktur.) Onları asıl kendim için yapmış olmuyor muyum? Yani genel yargının iyi çocuk anlayışına uygun bir iyi çocukla birlikte olup genel yargıyı mutlu etmek benim görevim, öyle mi? Öyle olmamalı.
Naçizane tavsiyem şudur ki, kendi iyi çocuk ya da kızınızı kendiniz oluşturun. İnsanlar 'değmez ama kendin için yaşa' diyorsa onları dinlemeyin. Sadece siz 'değmez ama kendim için yaşayayım' diyorsanız orada bir durun. Kendiniz değmeyeceğini düşünüyorsanız problem asıl orada olmalı. O zaman da değmeyeceğini düşünüyorken aslında yaşamanız gerektiğini düşünenler var diye yaşıyor olursunuz. Hiç kafaları zorlamadan kendinizi dinleyin, kendi değmez kavramınızı da kendiniz oluşturun. Sanıyorum ki 'hiç pişman olmadım' cümlesini gönül rahatlığıyla söyleyebilmenin yolu budur. Hadi geçmiş olsun.
Geçenlerde bir tivit okudum "nasıl başkasının düşüncesini önemsemiyorsun ya ben tuvalette benden öncekinin pisliğini temizliyorum benim sanmasınlar diye". Aslında komikli tivit olarak yazılmış ama hayatta gerçekten de daha iyi olan olmak adına başkalarının pisliğini temizlediğimiz anlar çok oluyor bence. Bilemiyorum en azından bana oluyor. Karmadan etkileniyor olabilir miyiz? Hani meşhur 'gün gelir hesap döner' mantığının yerleştiği düşünce... Ne kadar kötü bir komşu olursa olsun, zamanı gelir işim düşer iyi olduğumu bilsin ben en iyisi bu kokulu yemekten götüreyim biraz. Bu mu düşünce? Yani neden ben o kokulu yemeği tadını çıkara çıkara kendi başıma yiyemiyorum? Paylaşmak istediğim kişiyle zaten 'iyilik' adı olmadan paylaşırım, değil mi?
Tam olayın bu ucundan tutup diğer arkadaşlık ilişkilerine bağlamak istiyorum. Asıl yakınacağım konu o çünkü. Kızlar arasında genelde iyi çocuklarla takılmak, iyi çocuklarla olmak algısı vardır. İyi çocuk kriteri de her anlamda onaylanan çocuktur. Efendim yakışıklı olacaktır, düzgün tavırları olacaktır, rayından çıkmayacaktır ve en önemlisi arkadaşlarınla iyi geçinecektir. Bunların hepsi kızlar arasındaki iyi çocuk kavramını içerir. İyi kızlar olduğumuz için de iyi çocukları hak eder, iyi çocuklarla olmaya değeriz. Peki ya kötü çocuklarla asıl 'kendim için' yaşadığım, eğlendiğim anlar? (Ufak bir hatırlatma: kötü çocuk illa Nuri Alço değildir, sadece iyi çocuk kavramından birini ıskalamış çocuktur.) Onları asıl kendim için yapmış olmuyor muyum? Yani genel yargının iyi çocuk anlayışına uygun bir iyi çocukla birlikte olup genel yargıyı mutlu etmek benim görevim, öyle mi? Öyle olmamalı.
Naçizane tavsiyem şudur ki, kendi iyi çocuk ya da kızınızı kendiniz oluşturun. İnsanlar 'değmez ama kendin için yaşa' diyorsa onları dinlemeyin. Sadece siz 'değmez ama kendim için yaşayayım' diyorsanız orada bir durun. Kendiniz değmeyeceğini düşünüyorsanız problem asıl orada olmalı. O zaman da değmeyeceğini düşünüyorken aslında yaşamanız gerektiğini düşünenler var diye yaşıyor olursunuz. Hiç kafaları zorlamadan kendinizi dinleyin, kendi değmez kavramınızı da kendiniz oluşturun. Sanıyorum ki 'hiç pişman olmadım' cümlesini gönül rahatlığıyla söyleyebilmenin yolu budur. Hadi geçmiş olsun.
Salı, Aralık 02, 2014
Bu yazının baş kahramanı hayatının baş kahramanı olmak istemeyenler olsun.
Geçen gün üniversitede bazılarımızın belki ses tonunu dahi bilmediğimiz bir kızın nişanlandığı haberini aldık. Okul zamanı her derste kaç saat sürerse sürsün dimdik oturuşuyla bilinen 90dan aşağı not almayan bi kızdı bu. Çoğu kişinin bi hissi yoktur ona karşı. Ama ben sevmezdim. Çünkü o Real Madrid ben Yozgatspordum. Evet maalesef bir proje grubunda onunla eşleşmiştik. Normalde ilk hafta tanışma, ikinci hafta elle çiziktirdiğimiz bişey, üçüncü hafta hocanın 'haftaya artık bişeyleri oluşturun' dediği düzeni ; ilk hafta tanıştıktan sonra ikinci hafta 3d model yaparak über zorlaştırmıştı benim için. Filmlerdeki maçlarda böyle durumlarda Real Madrid baştan beri hırslı sağlamdır, Yozgatspor çabalar sürekli koşturur ama kan ter akıtır, takım kaptanı moral konuşması filan yapar hatta gurur tablosuyla aralarında bir sayı varken Yozgatspor son anda Real Madrid'i yener ve havalı züppelere sahada birbirlerine sarılarak günlerini gösterirler. Ama gerçek hayatta noldu? Ben o projeden kaldım ve okulum uzadı. :| Hayal kırıklıkları, emeğin boşa gitmesi ve zaten sen kimsin ki Yozgatspor düşünceleri. Gerçek hayat çok rezil bu anlamda.
Real Madrid'in nişan fotoğrafını görünce ilk aklıma bu geldi. Neden? Madem kupa almalara devam etmeyecektin o zaman beni neden ezdin Real Madrid? Tabii ki o kız mutlu olsun. -İnş harika bi hayatın olur cınım hı hı- Ama ben merak ediyorum hayatlarından ümidi kesen insanları. Tabii ki nişanlanmak, evlenmek ümidi kesmek değildir biliyorum ama. Bir çabası yok artık onun ve bazılarının. İnsanın hayatı evren kadar güncelleniyor her gün. Sürekli yenilikler, sürekli farklı günler ardı arkasına geliyor. Çarşamba ile perşembe farklı günlerde sana sunulurken sen hepsini çarşamba gibi geçirmeyi tercih ediyorsun.
İlla abartı bir hayat yaşa, oradan oraya sürüklen demiyorum. Sonuçta bunları ben de dün de aynı yerde oturduğum ofisten yazıyorum. Ama çıkınca kendim için bir şey yapacağım mutlaka. En çok insan ilişkilerinde kaybediyoruz bu öznelliği mesela. Dünü bugününden farklı yapmanı engelleyen insan dünde kalmalı belki de. Haydi bugün de şunu yapalım diyen insanla iletişim kurmak, arkadaş dost olmak ne kadar keyifli bir bilseniz emekli olan Real Madridler.. Her ne kadar Yozgatspor olsam da Real Madrid olma ihtimalimi hatta bilemiyorum ondan milyon kat daha iyi bi takım olma ihtimalimi kaybetmiyorum.
Geçen gün Özlem söylemişti insan ömrü ortalama 900 aymış. Koskoca 900 ay ! Her gün aynı her ay aynı şeyi yapmayı nasıl kaldırabilir ki bünye. 900 ayınızı farklı şekiller, farklı hisler her birini farklı zamanlar gibi yaşayın derim ben. Reenkarnasyon yoksa yandık. Daha bir sürü şey var yapılacak ve biz parmakla sayılacak kadarını yaptık.
Konudan bağımsız ama bu yazıdan hemen önce dinlediğim için sizinle de paylaşmak istedim. Güzelli bir şarkı
Geçen gün üniversitede bazılarımızın belki ses tonunu dahi bilmediğimiz bir kızın nişanlandığı haberini aldık. Okul zamanı her derste kaç saat sürerse sürsün dimdik oturuşuyla bilinen 90dan aşağı not almayan bi kızdı bu. Çoğu kişinin bi hissi yoktur ona karşı. Ama ben sevmezdim. Çünkü o Real Madrid ben Yozgatspordum. Evet maalesef bir proje grubunda onunla eşleşmiştik. Normalde ilk hafta tanışma, ikinci hafta elle çiziktirdiğimiz bişey, üçüncü hafta hocanın 'haftaya artık bişeyleri oluşturun' dediği düzeni ; ilk hafta tanıştıktan sonra ikinci hafta 3d model yaparak über zorlaştırmıştı benim için. Filmlerdeki maçlarda böyle durumlarda Real Madrid baştan beri hırslı sağlamdır, Yozgatspor çabalar sürekli koşturur ama kan ter akıtır, takım kaptanı moral konuşması filan yapar hatta gurur tablosuyla aralarında bir sayı varken Yozgatspor son anda Real Madrid'i yener ve havalı züppelere sahada birbirlerine sarılarak günlerini gösterirler. Ama gerçek hayatta noldu? Ben o projeden kaldım ve okulum uzadı. :| Hayal kırıklıkları, emeğin boşa gitmesi ve zaten sen kimsin ki Yozgatspor düşünceleri. Gerçek hayat çok rezil bu anlamda.
Real Madrid'in nişan fotoğrafını görünce ilk aklıma bu geldi. Neden? Madem kupa almalara devam etmeyecektin o zaman beni neden ezdin Real Madrid? Tabii ki o kız mutlu olsun. -İnş harika bi hayatın olur cınım hı hı- Ama ben merak ediyorum hayatlarından ümidi kesen insanları. Tabii ki nişanlanmak, evlenmek ümidi kesmek değildir biliyorum ama. Bir çabası yok artık onun ve bazılarının. İnsanın hayatı evren kadar güncelleniyor her gün. Sürekli yenilikler, sürekli farklı günler ardı arkasına geliyor. Çarşamba ile perşembe farklı günlerde sana sunulurken sen hepsini çarşamba gibi geçirmeyi tercih ediyorsun.
İlla abartı bir hayat yaşa, oradan oraya sürüklen demiyorum. Sonuçta bunları ben de dün de aynı yerde oturduğum ofisten yazıyorum. Ama çıkınca kendim için bir şey yapacağım mutlaka. En çok insan ilişkilerinde kaybediyoruz bu öznelliği mesela. Dünü bugününden farklı yapmanı engelleyen insan dünde kalmalı belki de. Haydi bugün de şunu yapalım diyen insanla iletişim kurmak, arkadaş dost olmak ne kadar keyifli bir bilseniz emekli olan Real Madridler.. Her ne kadar Yozgatspor olsam da Real Madrid olma ihtimalimi hatta bilemiyorum ondan milyon kat daha iyi bi takım olma ihtimalimi kaybetmiyorum.
Geçen gün Özlem söylemişti insan ömrü ortalama 900 aymış. Koskoca 900 ay ! Her gün aynı her ay aynı şeyi yapmayı nasıl kaldırabilir ki bünye. 900 ayınızı farklı şekiller, farklı hisler her birini farklı zamanlar gibi yaşayın derim ben. Reenkarnasyon yoksa yandık. Daha bir sürü şey var yapılacak ve biz parmakla sayılacak kadarını yaptık.
Konudan bağımsız ama bu yazıdan hemen önce dinlediğim için sizinle de paylaşmak istedim. Güzelli bir şarkı
Cuma, Ekim 17, 2014
Merak edenler için BÜYÜK HASRET BİTTİ!
Çok değil bi kaç yazı önce ne kadar çok özlediğimden bahsetmiştim kendisini. Ve bu da kavuşmamızın fotoğrafı <3
Çok değil bi kaç yazı önce ne kadar çok özlediğimden bahsetmiştim kendisini. Ve bu da kavuşmamızın fotoğrafı <3
Geçen hafta Eskişehir'e gittim. Ve güzeller güzeli Yum Yum'a gittim. Kapıdan girmemle hazır siparişimi verecekken garson, zaten 54648574241 kere geldiğim için 'Hoşgeldin tavuklu yeşil soğansız istersin herhalde' dedi. O an laaaa sesleri eşliğinde arşa değdi belki başım. 'Hihih evet' dedim. Mimarlık okuduğumu, okulumun bitmiş olabileceğini, taşındığımı hep bildi. Kısa bir sohbetten sonra noodle'ımı keyifle yedim. <3
Sonra bir de güzeller güzeli kardeşimle buluştuk tabii. Onu da ekleyeyim de buradan arada bakarım. Hangisini beğenmişti hatırlamıyorum ama ben bunu beğenmiştim umarım kızmaz bana :)
Hayır Gizoş sen de çok güzel çıkmışsın :3
Perşembe, Eylül 25, 2014
Ofisle ilgili bi köşe

Pazar, Eylül 21, 2014
Gerçek hayat çok garip bi yer. Gerçekten, sanal dünya öyle değil mesela arkadaşlıktan çıkar hop bide engelle tamamdır artık yok 'puff'. Ama gerçek hayat öyle mi, ne yazık ki değil. İstediğin kadar nefret et, bir daha görmek isteme yine gelip karşına oturabiliyor. Arıyor mesela. Niye aranır ki sevmediğini hatta nefret ettiğini bildiğin biri?
Açıkçası benden size bi itiraf sevmediğiniz, hoşlanmadığınız biri sizi ısrarla arayınca bazen hoşuma gidiyor. Belki sizin de öyledir. Ama rahatsızlık boyutu aslında işin. Hani tamam seni unutmuyor, konuşmak istiyor veyahut işi düşüyor tam 'yess biliyordumm' durumu ama gerçekten rahatsız edici. Konuşmak, sevmediğini belki yüzüne vurmadan belki vurarak kelimeler arasına saklamak. Can sıkıcı.
Sims oyunu vardı ya hani ben deliler gibi oynardım. Milleti birbirine aşık eder sonra birbirine yakalatır 'aşk'ı memnu' yaşatırdım. O zaman o program bile ekrana döner noluur bitsin der gibi yalvarırdı. Sonra üzülür oyunu baştan başlatır, kötü kadını hiç araya sokmaz 'wohoo' yaptırırdım. Keşke gerçek hayat da böyle olsa. Noluur artık yeter desek göğe bakıp, hemen bizi alsaaa yeniden başlatsa. Bi dakika THIS IS REINCARNATION!! Olay buymuş gençler ya biz başta yanlış inanmışız :/
Neyse konu çok dağıldı. Sosyal hesaplarından, telefonundan silerek birini hayatından tamamen silemiyor olmak çok kötü. O yüzden arkadaşlar gelin el ele verelim. Bizi silen arkadaşlarımıza bu acıyı yaşatmayalım, yavaşça kaybolup gidelim. Hı?
Açıkçası benden size bi itiraf sevmediğiniz, hoşlanmadığınız biri sizi ısrarla arayınca bazen hoşuma gidiyor. Belki sizin de öyledir. Ama rahatsızlık boyutu aslında işin. Hani tamam seni unutmuyor, konuşmak istiyor veyahut işi düşüyor tam 'yess biliyordumm' durumu ama gerçekten rahatsız edici. Konuşmak, sevmediğini belki yüzüne vurmadan belki vurarak kelimeler arasına saklamak. Can sıkıcı.
Sims oyunu vardı ya hani ben deliler gibi oynardım. Milleti birbirine aşık eder sonra birbirine yakalatır 'aşk'ı memnu' yaşatırdım. O zaman o program bile ekrana döner noluur bitsin der gibi yalvarırdı. Sonra üzülür oyunu baştan başlatır, kötü kadını hiç araya sokmaz 'wohoo' yaptırırdım. Keşke gerçek hayat da böyle olsa. Noluur artık yeter desek göğe bakıp, hemen bizi alsaaa yeniden başlatsa. Bi dakika THIS IS REINCARNATION!! Olay buymuş gençler ya biz başta yanlış inanmışız :/
Neyse konu çok dağıldı. Sosyal hesaplarından, telefonundan silerek birini hayatından tamamen silemiyor olmak çok kötü. O yüzden arkadaşlar gelin el ele verelim. Bizi silen arkadaşlarımıza bu acıyı yaşatmayalım, yavaşça kaybolup gidelim. Hı?
Çarşamba, Eylül 10, 2014
Yiyorum yiyorum bitürlü doymuyorum
Bir kaç haftadır buzdolabımda sadece sabahlar için çilek reçeli, dilimli ekmek; akşamlar için yoğurt ve süt (soğuk sütlü nescafe içiyorum da) olmasına rağmen gram kilo verebilmiş değilim arkadaşlar. Bunun sebebi dışarıdaki vaktimde bolca tükettiğim kanıma girmiş olan yiyecekler, mekanlardır. Bu suça sizi de dahil edicem yalnız kalmıcam yaşasın kötülükk!!

Birinci katilimiz şu Lays reklamlarındaki 'yiyin gari teyze!' Evet. Geçenlerde sade cipsin kalmamasından ötürü elimi attığım KAŞIK CİPS benim sonum olacak. İçinden eski doritoslarda da bi ara çıkardı hatırlarsınız baharat karışımı çıkıyor. Ve içindekiler kısmına bakıp 'ben de yapcam' dediğiniz an 'gerekli malzemeler cipsin üzerindedir' yazısı sizi karşılıyor. DENEYİN!

İkinci katilimiz Arby's Curly Fries! Ya resmen canım çekiyor otururken filan. Çok sıkı fanatiği olanların bile belki hatırlayamayacağı Barney'nin soslu patatesini yiyen eleman vardı. İşte o patatesi gördüğümden beri aa ne güzel kıvrıkmış demiştim. Belki bu anının da getirisiyle vazgeçemiyorummm. DENEYİN!

Üçüncü katil waffle :( Ona katil demek beni gerçekten üzüyor. Eskişehir'de de vazgeçemediğimdi. Sandviç söyleyin ki elinize yüzünüze bulaşsın en iyi öyle seviliyor. BELALIM. SEVDALIM WAFFLE'IM. DENEYİN!

Dördüncümüz İstanbul'da Arzu Abla'nın kendimize bi güzellik yapalım tadında beni öğle yemeğinde götürdüğü açıkçası başka biyerde görmediğim görsem de çok keyifleneceğim bir mekan olan BURGER HOUSE. Biz ne burgerlerin dolu dolu resimlerine bakıp 3 cmlik burgerler yedik. Ama burası nasıl dolu dolu nasıl lezzetli anlatamam. Bizi kandıranlara inat yaşasın BURGER HOUSE! DENEYİN!
(Yanına patates de söyleyin)
Beşinci ve sonuncumuz servisindeki tatlışlıktan ötürü torpil geçtiğim BİBER BURGER. Çok güzel, sakin bi mekan. Bir o kadar da lezzetli et! Ki bilen bilir benim etle işim yoktur. Ben bile böyle diyorum. Harikulade olmalı normal biri için. Beşiktaş'ta Peri Sokağın yanında, baby burger seçeneği bile deli gibi doyurmaya yetiyor. Eğer iki kişiyseniz de tek patates söyleyin. O tek patates kalmasın diye baya uğraştık çünkü. DENEYİN!!

Birinci katilimiz şu Lays reklamlarındaki 'yiyin gari teyze!' Evet. Geçenlerde sade cipsin kalmamasından ötürü elimi attığım KAŞIK CİPS benim sonum olacak. İçinden eski doritoslarda da bi ara çıkardı hatırlarsınız baharat karışımı çıkıyor. Ve içindekiler kısmına bakıp 'ben de yapcam' dediğiniz an 'gerekli malzemeler cipsin üzerindedir' yazısı sizi karşılıyor. DENEYİN!

İkinci katilimiz Arby's Curly Fries! Ya resmen canım çekiyor otururken filan. Çok sıkı fanatiği olanların bile belki hatırlayamayacağı Barney'nin soslu patatesini yiyen eleman vardı. İşte o patatesi gördüğümden beri aa ne güzel kıvrıkmış demiştim. Belki bu anının da getirisiyle vazgeçemiyorummm. DENEYİN!

Üçüncü katil waffle :( Ona katil demek beni gerçekten üzüyor. Eskişehir'de de vazgeçemediğimdi. Sandviç söyleyin ki elinize yüzünüze bulaşsın en iyi öyle seviliyor. BELALIM. SEVDALIM WAFFLE'IM. DENEYİN!

Dördüncümüz İstanbul'da Arzu Abla'nın kendimize bi güzellik yapalım tadında beni öğle yemeğinde götürdüğü açıkçası başka biyerde görmediğim görsem de çok keyifleneceğim bir mekan olan BURGER HOUSE. Biz ne burgerlerin dolu dolu resimlerine bakıp 3 cmlik burgerler yedik. Ama burası nasıl dolu dolu nasıl lezzetli anlatamam. Bizi kandıranlara inat yaşasın BURGER HOUSE! DENEYİN!
(Yanına patates de söyleyin)
Beşinci ve sonuncumuz servisindeki tatlışlıktan ötürü torpil geçtiğim BİBER BURGER. Çok güzel, sakin bi mekan. Bir o kadar da lezzetli et! Ki bilen bilir benim etle işim yoktur. Ben bile böyle diyorum. Harikulade olmalı normal biri için. Beşiktaş'ta Peri Sokağın yanında, baby burger seçeneği bile deli gibi doyurmaya yetiyor. Eğer iki kişiyseniz de tek patates söyleyin. O tek patates kalmasın diye baya uğraştık çünkü. DENEYİN!!
Tek kişilik patates şu yani düşün.
Bir de ofiste içtiğim 254487413 tane kahve var tabii o ayrı.
Cuma, Eylül 05, 2014
çocuğum gibi özlüyorum
Sevgili okur bugün sana apaçık bir şekilde reklam yapacağım. Çünkü bir insanın reklam yapılmayacak kadar sıradan olan bişey, aklından çıkmamazlık yapamaz, biliyorum. Onun adı NOODLE. Nadıl diye okunur normal insanlar tarafından. Nudıl diye okuyan bir kısım elit kesim de mevcuttur, 'ne var bunda bunu evde de yaparız' diyen bir takım dengesiz de (aklıma bir anı geldi kusura bakma tabii belki evde de yapılıyodur). Ve sana bir de adres veriyorum ki ben orası gibi daha bulamadım. Yum Yum Noodle House. Eskişehir'de Doktorlar Caddesinin sonunda Kanatlı Avm'yi geçince Donas'ın tam karşısındadır kendisi. Çin esintilerinden hemen anlarsın zaten. Gitmediysen mutlaka git sevgili okur benim için yeşil soğansız acılı tavuklu noodle söyle. Gittiysen ve bugün bile gidebilecek yakınlıkta isen şadap şadap fuliş kazanova !
'Çin yemeği mi böcek filan vardır onda' diyen bir çok arkadaşıma 'Hazan ne güzel yerler biliyosun değişik değişik şeyler hep gidelim bundan sonra' dedirten yer olma özelliğine sahiptir. Ve açıklıyorum böcek möcek yoktur arkadaşlar. Ayrıca 'ay o çubuklarla yiyemem ben uğraşamam aç kalırım' vesaire diyen bir çok arkadaşım 'ilk sefer için nasıl hemen kavradım görüyo musun artık bundan sonra bulgur pilavını bile chopstickle yiyorum hadi bakalım' diye restorandan çıkmıştır. Deneyin, size bir de ipucu vereyim chopsticklerin ucunu birbirinden ayırmayın daha kolay oluyor :)

Benim için Eskişehir'den ayrılmaya yakın çok özleyeceğim ben burayı yaa diye bir kaç jübile gerçekleştirdiğim, annemi babamı filan ailece götürüp sevdirdiğim, 'soğansız acılı tavuklu sizin değil mi' diye garsonun beni karşıladığı, eve sipariş geldiğinde 'nasılsınız evin şeklini mi değiştirdiniz?' gibi soruları cevapladığım ve en önemlisi jürilerimden önce mutlaka totem olarak /ya da tamamen açlık/ yediğim bir aşktır, tutkudur noodle.
Restoran tanıtımı yapan dergi makaleleri gibi olacak ama Yum Yum'un tadı da bi ayrıdır. Sunumu, sosları, güler yüzlü çalışanları her şeyiyle burnumda tütüyor. Çocuğum gibi özlüyorum uleen!
'Çin yemeği mi böcek filan vardır onda' diyen bir çok arkadaşıma 'Hazan ne güzel yerler biliyosun değişik değişik şeyler hep gidelim bundan sonra' dedirten yer olma özelliğine sahiptir. Ve açıklıyorum böcek möcek yoktur arkadaşlar. Ayrıca 'ay o çubuklarla yiyemem ben uğraşamam aç kalırım' vesaire diyen bir çok arkadaşım 'ilk sefer için nasıl hemen kavradım görüyo musun artık bundan sonra bulgur pilavını bile chopstickle yiyorum hadi bakalım' diye restorandan çıkmıştır. Deneyin, size bir de ipucu vereyim chopsticklerin ucunu birbirinden ayırmayın daha kolay oluyor :)

Benim için Eskişehir'den ayrılmaya yakın çok özleyeceğim ben burayı yaa diye bir kaç jübile gerçekleştirdiğim, annemi babamı filan ailece götürüp sevdirdiğim, 'soğansız acılı tavuklu sizin değil mi' diye garsonun beni karşıladığı, eve sipariş geldiğinde 'nasılsınız evin şeklini mi değiştirdiniz?' gibi soruları cevapladığım ve en önemlisi jürilerimden önce mutlaka totem olarak /ya da tamamen açlık/ yediğim bir aşktır, tutkudur noodle.
Restoran tanıtımı yapan dergi makaleleri gibi olacak ama Yum Yum'un tadı da bi ayrıdır. Sunumu, sosları, güler yüzlü çalışanları her şeyiyle burnumda tütüyor. Çocuğum gibi özlüyorum uleen!
Cuma, Ağustos 29, 2014
Hatırlat da Haziran'ın Sonlarında Çocukluğumu Yakalım
'sen beni öpersen belki de ben fransız olurum
şehre inerim bir sinema yağmura çalar
otomobil icad olunur, zarifoğlu ölür
dünyadaki tüm zenciler kırk yaşından büyüktür.
-senegalliler dahil değil
sen beni öpersen belki de bulvarlar iltihablanır
çağdaş coğrafyalarda üretir cesetlerini siyaset bilimi
o vakit bir sufiyi darplarla gebertebilirsin
hayat bir yanıyla güzeldir canım, sen de güzelsin
-yoksa seni rahatsız mı ettim?
sen beni öpersen belki de aşkımız pratik karşılık bulur
ne ikna edici bir intihar girişimidir şimdi göz göze gelmek
elbette ata binmek gibidir seni sevmek sevgilim
elbette gayet rasyoneldir attan atlamak
-freud diye bir şey yoktur.
sen beni öpersen belki de ben gangsterleşirim
belki de şair olurum seni de aldırırım yanıma
bilesin; göğsümde hangi yöne açmış tek gülsün
yani ya bu eller öpülür, ya sen öldürülürsün.
-haydi iç de çay koyayım.'
şehre inerim bir sinema yağmura çalar
otomobil icad olunur, zarifoğlu ölür
dünyadaki tüm zenciler kırk yaşından büyüktür.
-senegalliler dahil değil
sen beni öpersen belki de bulvarlar iltihablanır
çağdaş coğrafyalarda üretir cesetlerini siyaset bilimi
o vakit bir sufiyi darplarla gebertebilirsin
hayat bir yanıyla güzeldir canım, sen de güzelsin
-yoksa seni rahatsız mı ettim?
sen beni öpersen belki de aşkımız pratik karşılık bulur
ne ikna edici bir intihar girişimidir şimdi göz göze gelmek
elbette ata binmek gibidir seni sevmek sevgilim
elbette gayet rasyoneldir attan atlamak
-freud diye bir şey yoktur.
sen beni öpersen belki de ben gangsterleşirim
belki de şair olurum seni de aldırırım yanıma
bilesin; göğsümde hangi yöne açmış tek gülsün
yani ya bu eller öpülür, ya sen öldürülürsün.
-haydi iç de çay koyayım.'
Pazartesi, Ağustos 25, 2014
Yenilikler bişeyler
Gençler bugün ofiste pek de bir işim yoktu sizin için oturdum uzun zamandır aynı olan ezberlediğimiz playlisti değiştirdim. Tabii eski fanatiği olduğum şarkılar hala var ama yepyeni şarkılar ve daha melankolik görüntüsüyle sizinle buluşacak :) Hazırlarken sevdiğim her tür şarkıyı koyduğum için moddan moda geçebilirsiniz ama en soldaki bulut şekline basarsanız listeyi de görüp ben modumu kendim seçerim diyebilirsiniz :) Ben durdurayım şimdi sonra dinleyeyim derseniz kahve şeklinin üstüne basıyorsunuz, okları da zaten biliyorsunuz. Umarım beğenir, keyifle dinlersiniz. Öpüyorum:*
Aman nerede ya bu neden bahsediyo deme bak yukarıda
Aman nerede ya bu neden bahsediyo deme bak yukarıda
Cumartesi, Ağustos 23, 2014
Hello Seinfeld
Gençler size çok tatlı bir önerim olacak. Tesadüfen gördüğüm bir dizinin ilk sezonunu indirmiştim geçenlerde. Bugün ise yaklaşık 2 saat önce başladım, başlamamla ilk sezonun bitmesi bir oldu. Evet ikinci sezona geçeceğim yarın belki yarından da yakın :)
Dizimiz Seinfeld, bakınız Mr.Seinfeld'den adını alan aslında 4 arkadaşın başından geçenleri anlatan 20 dakikalık komedi dizisi. Mesai boşluklarında alın bir adet, iş çok daha güzel gelecek derim ben. Daha sevin diye açıklayayım How i met'in bir gömlek üstü, Friends tadında :) Bir de farklı olarak dizide komedyen olan Jerry Seinfeld'in gösterileri araya sıkıştırılıyor ki tadından yenmiyor. (Cem Yılmaz hayatını çekmiş gösterilerden de bölümler serpştirmiş gibi bi nevi) Yine klasik komedi dizilerindeki gibi olayların geçtiği evimiz ve sürekli takıldıkları bir mekan mevcut. 89'da başlamış olduğundan eski gibi durabilir ama muhabbetler çok tanıdık ve 'gerçekten ya klamsdlsk' modunda izliyorsunuz. Uzun süre izlenmiş ve baya sevilmiş olduğundan belki biliyorsunuz, bana hak verirsiniz, bilmiyorsanız da yakında 'hazaan çok güzeeal' diye beni ararsınız bence.
Buraya Jerry Seinfeld gösterisi koyuyorum bir adet.

Bir de olmazsa olmaz evimizi koyayım.

Not: Tercihe göre bir fincan kahve ya da bir bardak çayla birlikte tavsiye edilir efenim. İyi seyirler.
Cuma, Ağustos 22, 2014
Farklı hayatlarda farklı şehirlerde hatta farklı ülkelerde bile birmiş gibi olabiliyor bazen. Bu sıralar insanlar etin etine değmediğinden pek haz etmese de olay o değil bence. İnsanı içinden hissetmek başka bir olgu, başka bir mutluluk. Kulağına gelen söylentiler, başkalarının görüp size aktardığı elbette ki yorum katarak, izlenim yarattığı şeylerin pek de bir değeri yok inan. Sen bu böyledir, o aslında şöyle yapıyodur dediğin zaman olay bitmiştir. Buna inanıyorum ben. Evet zaman kötü kolla diyerek herkese güvenmemeliyiz falan filan ama herkesi 'herkes' kefesine koymamak da gerekmez mi? 'Vay be ne oynamış da gözümüzü boyamış' kadar kötü insanlar vardır illa ki. Yine de öyle değildir diyerek güvenmek her şeyden önce senin içini ferah tutar dostum. Sen kendi gözünü boyayıver birazda ne olur ki?
Evet evet su katılmamış polyannayım. Ama bu sayede bugün aynaya bakıp yüzümü daha temiz, aydınlık gördüm. Bir şarkı vardı Şebnem Ferah'ın insanların doğumu ve sonu aynı gerisi farklı diye(Tabii bu kadar kafiyeden yoksun değildi şurada paylaştım bi dinlersin). İnsanların hayatları o kadar bambaşka gelişiyor ki katrilyondan fazla farklı tepki var olaylara karşı. Birebir uyuştuğun, kafa yapının aynı olduğu(soulmate de diyebilir cool okurlar) biri bile farklı noktadan bakıp aynı sonuca ulaşabiliyor. Zaten tıpatıp aynı düşünen insan yoktur varsa da şizofrenik bi durum vardır sevgili okur geçmiş ola.
Demem o ki senin elma gördüğünü başkası kırmızı elma görür ama yine farklı görür. Önemli olan senin şurdaki hissettiğin(sağ elimi ımm çok lezzetli anlamında büzüp göğsümün sol tarafına götürüyorum burada). İnsanlar bir şeyler desin sen yine orayı dinle. Bazen yine sana ait olan şurası(sağ elimin baş parmağını başıma götürdüm burada da) karışabilir olaylara çok istiyorsan onu da dinleyebilirsin. -Şura bura derken senin aklına gelen benim aklıma da geldi sevgili okuyan edepsizleşmeyelim ciddiyetle devam edelim, aklımıza gelen yerden okumayalım piliss- Ama ses senden gelsin. Seni mutlu edecek de üzecek de yine sensin. Ve böyle kendine herkesin seni gördüğünden daha güzel geleceksin. Hadi eyvole.
Evet evet su katılmamış polyannayım. Ama bu sayede bugün aynaya bakıp yüzümü daha temiz, aydınlık gördüm. Bir şarkı vardı Şebnem Ferah'ın insanların doğumu ve sonu aynı gerisi farklı diye(Tabii bu kadar kafiyeden yoksun değildi şurada paylaştım bi dinlersin). İnsanların hayatları o kadar bambaşka gelişiyor ki katrilyondan fazla farklı tepki var olaylara karşı. Birebir uyuştuğun, kafa yapının aynı olduğu(soulmate de diyebilir cool okurlar) biri bile farklı noktadan bakıp aynı sonuca ulaşabiliyor. Zaten tıpatıp aynı düşünen insan yoktur varsa da şizofrenik bi durum vardır sevgili okur geçmiş ola.
Demem o ki senin elma gördüğünü başkası kırmızı elma görür ama yine farklı görür. Önemli olan senin şurdaki hissettiğin(sağ elimi ımm çok lezzetli anlamında büzüp göğsümün sol tarafına götürüyorum burada). İnsanlar bir şeyler desin sen yine orayı dinle. Bazen yine sana ait olan şurası(sağ elimin baş parmağını başıma götürdüm burada da) karışabilir olaylara çok istiyorsan onu da dinleyebilirsin. -Şura bura derken senin aklına gelen benim aklıma da geldi sevgili okuyan edepsizleşmeyelim ciddiyetle devam edelim, aklımıza gelen yerden okumayalım piliss- Ama ses senden gelsin. Seni mutlu edecek de üzecek de yine sensin. Ve böyle kendine herkesin seni gördüğünden daha güzel geleceksin. Hadi eyvole.
Cuma, Ağustos 15, 2014
Çarşamba, Temmuz 30, 2014
Bunlar hep yeni
Canlarım merhabalar, kısa bir süre önce-aslında bir buçuk ay önce- ay em et İstanbul durumundaydım biliyorsunuz. Ama bu yazıldığı kadar kolay olmuyor. İş bulması, ev bulması, eşya bulması ve alması, yerleşmesi, ev işlemlerini tamamlaması, bayram ağırlaması derken İstanbul'da tek başıma kaldığım ilk geceden buraya bir şeyler karalayım, yalnız olduğum ilk İstanbul gecemin anısını bırakayım istedim.
İstanbul'a yerleşmek isteyenlere ya da aa ne güzelcilere naçizane bir kaç tavsiye vereyim. İş bulunuyor. Bilmiyorum belki ben gökten nazar boncuğu tıkıştırılmış indim ama bence o işi bulucam diye yola çıkınca bulunuyor. Mail atıp, cvler doldurmayı bir kenara bırakın. Eski usul alın elinize bir not defteri yazın iş arayan yerlerin adresini, takın hafif topukluları sürün kokuları çıkın yola. 'Canım kapı kapı aranır mı İstanbul'da' diyorsanız eğer ben bizim ofiste bir maile yapılan muameleyi daha doğrusu yapılmayan muameleyi gördükten sonra ve kendi attığım onlarca mailden sadece 2 tanesinin geri dönmesi bir daha da aramaması üzerine evet aranır diye cevap veriyorum size.
İkinci bir öneri ise işte yaptığımızın tam tersine evi olabildiğince internet üzerinden halletmeye bakın. Ve kendinizi emlakçıların kollarına bırakmak zorunda olduğunuzu bilin. Ama 'yok ben hayatımda bir günde çekmediğim kadar çile çekmek istiyorum' diyosanız istediğiniz semtlerde gezerek de ev aramayı deneyebilirsiniz.
İkinci bir öneri ise işte yaptığımızın tam tersine evi olabildiğince internet üzerinden halletmeye bakın. Ve kendinizi emlakçıların kollarına bırakmak zorunda olduğunuzu bilin. Ama 'yok ben hayatımda bir günde çekmediğim kadar çile çekmek istiyorum' diyosanız istediğiniz semtlerde gezerek de ev aramayı deneyebilirsiniz.
O değilde İstanbul çok güzel be.
Gün içerisinde zorluklar yaşanıyor çokça. Yeni bir düzen hiçbir yerde kolay olmasa gerek. Hatta ilk bir ay ben işe karşıdan gidip geldim inanın anlarım trafiğini, hengamesini vesairesini. Ama o otobüste giderken bile gördüğün manzara yok mu işte içine çekiyorsun, bağımlı oluveriyorsun. Belki ben kime anlatıyorum'dur belki siz zaten biliyosunuzdur ya da bu yolun başı olduğundan böyledir ama şuan bana iyi ki gelmişim dedirtiyor.
Neyse sevgilim Eskişehir'e de çok ihanet etmek istemiyorum. Onun pabucunun da yanıbaşımda hala yeri var çünkü.
Özellikle evimi merak eden arkadaşlar için fotoğraflar çektim demin. Kesinlikle lüks bir apartman dairesi hayal etmeyiniz. Şoka girmenizi istemem. Bildiğin müstakil ev içinde merdiveni filan var, çatı katı gibi olduğundan da kat yüksekliği alçak. Yani şöyle diyeyim parmaklarımın ucunda ampulü kendim değiştirebiliyorum :)
Buyrunuz..
Bi kahvemizi içersiniz efenim.
Cuma, Temmuz 04, 2014
Uzun uzun yeni hayatımdan bahsedeceğim size. Aldığım kararları ve pat diye uyguladığım yeni hayatımı, sadece telefon rehberime eklenen onlarca ve görsel hafızama eklenen bilmemkaç tane insanı, yaşadığım komik/o an trajikomik anıları anlatacağım. Ama bu yazı o yazı değil.
Bu daha ziyade yeni hayatımın yeni insanlarıyla alakalı olan yazı. Nesnelleştirdiğim dünyanın tespiti yazısı. Ama eminim sen de yapıyorsundur arada hatta benim gibi sıklıkla. Buna inanmak istiyorum çünkü öyle etrafımız anlamlaşıyor gibi geliyor bana.
Neyse yeni bir ev tuttum geçen hafta yepyeni mahalle, esnaf çevresi (tanıdık bakkal yüzü mesela adını hiç bilmediğin), yeni sorunlar, yeni alternatifler olacak. Ama bunların hiçbiri o evle ilgili olmayacak. Şimdiye kadar memur çocuğu olduğumdan belki de iki elin parmaklarını geçmiştir taşındığım ev sayısı, bu yeni duygusu. Kendi öğrencilik hayatımda bile 3 ev değiştirdim ben. 3 evin ayrı yaşanmışlığı ayrı güzelliği oldu. Mesela ilk evim savruk,umursamaz yılların eviydi. Sürekli bir pozitiflik evi. Sonraki evim yalnızlık evi mesela. Ama tek kaldığımdan değil. Üzücü ayrılıklar geçirdiğimden. Şey derim mesela 'bu ev mutsuz etti beni'. Halbuki ne kadar güzeldi içi. Bütün evlerimden daha yeniydi, temizdi. Ama beni mutlu etmedi napalım.
Telefonlar mesela. Kapaklı siyah bir telefonum vardı bilen bilir. Çok severdim hala da severim. Şimdi üretimden kaldırılmış. Vatsap filan bırakmak uğruna yine olsa yine alırdım ondan. Tam neşeli ergenlik anlarıma denk geliyo kendisi. En mutlu mesajlar, hatta öpmeler filan yaşadı o telefon :)
Telefon anti parantez olsun tam ifade edebilmek adına. Evden tekrar devam edeyim. Yeni evim yeni insanlar, yeni anılar, yeni üzüntüler, yeni mutluluklar demek aslında. Sırf bu yüzden yeni eve çıkın mesela. Yeni hayatlar yaşayın. Yeni anılar biriktirin o evde. O evde birini sevin. O evde birinden nefret edin. O evde sıkılıp sonradan saçma gelen ani bi karar alın. Değiştirmek en güzel şey hayatı mutluyken de mutsuzken de.
Bu daha ziyade yeni hayatımın yeni insanlarıyla alakalı olan yazı. Nesnelleştirdiğim dünyanın tespiti yazısı. Ama eminim sen de yapıyorsundur arada hatta benim gibi sıklıkla. Buna inanmak istiyorum çünkü öyle etrafımız anlamlaşıyor gibi geliyor bana.
Neyse yeni bir ev tuttum geçen hafta yepyeni mahalle, esnaf çevresi (tanıdık bakkal yüzü mesela adını hiç bilmediğin), yeni sorunlar, yeni alternatifler olacak. Ama bunların hiçbiri o evle ilgili olmayacak. Şimdiye kadar memur çocuğu olduğumdan belki de iki elin parmaklarını geçmiştir taşındığım ev sayısı, bu yeni duygusu. Kendi öğrencilik hayatımda bile 3 ev değiştirdim ben. 3 evin ayrı yaşanmışlığı ayrı güzelliği oldu. Mesela ilk evim savruk,umursamaz yılların eviydi. Sürekli bir pozitiflik evi. Sonraki evim yalnızlık evi mesela. Ama tek kaldığımdan değil. Üzücü ayrılıklar geçirdiğimden. Şey derim mesela 'bu ev mutsuz etti beni'. Halbuki ne kadar güzeldi içi. Bütün evlerimden daha yeniydi, temizdi. Ama beni mutlu etmedi napalım.
Telefonlar mesela. Kapaklı siyah bir telefonum vardı bilen bilir. Çok severdim hala da severim. Şimdi üretimden kaldırılmış. Vatsap filan bırakmak uğruna yine olsa yine alırdım ondan. Tam neşeli ergenlik anlarıma denk geliyo kendisi. En mutlu mesajlar, hatta öpmeler filan yaşadı o telefon :)
Telefon anti parantez olsun tam ifade edebilmek adına. Evden tekrar devam edeyim. Yeni evim yeni insanlar, yeni anılar, yeni üzüntüler, yeni mutluluklar demek aslında. Sırf bu yüzden yeni eve çıkın mesela. Yeni hayatlar yaşayın. Yeni anılar biriktirin o evde. O evde birini sevin. O evde birinden nefret edin. O evde sıkılıp sonradan saçma gelen ani bi karar alın. Değiştirmek en güzel şey hayatı mutluyken de mutsuzken de.
Çarşamba, Temmuz 02, 2014
unutMADIM AKlımda
"Saat 12'de Madımak Oteli'ne vardım. Lobide Arif Sağ çalıyordu. Aziz Nesin iki koruma polisiyle birlikte odasındaymış. Otelde etkinlikler için Sivas'a gelmiş 70 kişiyle birlikte çeşitli asker aileleri de kalıyormuş. Arif Sağ'ın türkülerini bir süre dinledikten sonra 12.30-13.00 sularında Ali Çağan ve Hasret Gültekin'le otelin dışına, yemeğe çıktık. Hasret, yemekte o günün gazetelerinden ve radikal islamcıların dağıttığı cihat bildirilerinden söz etti. Birlikte bildiriyi okuduk.
Yemeğin sonlarına doğru, Cuma namazından çıkan 400-500 kişinin sloganlar atarak yürüyüşe geçtiğini gördük; hemen otele döndük. Otelin önünde birkaç polis memuru vardı. Gösterici grup bir süre otelin önünde oyalandı, sonra Kültür Merkezi'ne doğru gitti. Otelde kültür merkezindeki olayları tartıştık.
Saat 14.30'du, polisten, Valiliğin, "etkinlikleri iptal ettiği" haberini öğrendik. Bu sırada birkaç polis "Sizi otelden alalım, şehir dışına çıkaralım" dedi. İçeride birtakım tartışmalar oldu, sonra otelden çıkmak için gecikildiğini farkettik. Bu arada yine az sayıda bir grup askerin otelin önüne açılan yolları kestiğini görünce, hepimiz bir parça rahatladık. Çoğunlukla lobideyiz. Dışardaki az sayıda asker ve polise rağmen, Kültür Merkezi'nden dönen gösterici grup, otelin 20-25 metre önünde toplandı.
Aziz Nesin hâlâ odasında. Garsonların lokantadan getirdiği yemek bile odasına çıkartılmadı, hangi odada kaldığı öğrenilmesin diye. Bu sırada Pir Sultan Abdal Tiyatrosu oyuncuları ve semah ekibi otele geldi. Dışarıda slogan ve tekbir sesleri gitgide yoğunlaşıyordu. Bir ara, grubun dağıldığı ve yeniden Kültür Merkezi'ne doğru gittiği haberini aldık. Bir süre sonra polis telsizinden Kültür Merkezi'nin önünde çatışma çıktığını duyuyoruz: Arif Sağ konserini ve "Medya ve Emperyalizm" konulu paneli dinlemeye gelenler, gösterici grubu püskürtmüşler. Gösterici grup bu kez yeniden otele yönelmiş, bu arada da, birileri, belki de polis, göstericilere karşı koyanları otobüslere bindirip Ali Baba Mahallesi'ne götürmüş.
Otelin önünde yeniden toplanan göstericiler "Vali istifa", "Burası Moskova değil", "Şeytan Aziz", "Kanımız aksa da zafer islamın", "Dönmeye değil ölmeye geldik" ve "Şeriat gelecek her şey bitecek" gibi sloganlar atıyorlardı.
Bu sırada Arif Sağ telefonla ulaşabildiği bütün resmi makamlara hayatlarının tehlikede olduğunu, güvenlik tedbirlerinin yetersiz kaldığını bildiriyordu. Otele ilk taş, Arif Sağ'ın telefonla konuştuğu sıralarda atıldı ve lobinin ön cephesindeki camlar aşağı indi. Bunun üzerine, lobide toplananlardan bir grup üst kata çıktı. Gençler ellerine geçirdikleri, masa, dolap, yangın söndürücüsü gibi eşyayla lobide barikat kurmaya başladılar. Otelde kalanlar sokağa penceresi olan odalardan uzaklaşıp koridora ve merdivenlere sığınıyorlardı.
Otele atılan taşlar giderek artıyordu. Birden, yangın ihtimali konuşulmaya başlandı. "Su lazım olacak" diyerek, bulunan her türlü kap suyla doldurulup bir kenara konmaya çalışıldı. Aynı sıralarda çevre illerden "takviye birliklerin yola çıktığı" haberi yayıldı. Hepimiz umutlandık.
Bir ara Arif Sağ'ın, sokağa bakan odasına çıkıp göstericilerin fotoğrafını çektim. Henüz ikinci kez deklanşöre basacaktım ki yeni bir taş yağmuru başladı. Tekrar koridora döndüm. Herkes birbirine "moralimizi bozmayalım, kendimizi kaybetmeyelim" diyordu. Başta Asım Bezirci olmak üzere hemen herkes, herhangi bir linç ihtimaline karşı kendilerini savunmak üzere şişe, sandalye bacağı gibi etrafta ne varsa yanlarına alıyordu. Artık dışardakiler çevrede buldukları taşları bitirmiş, kaldırımları söküyorlardı... Bazıları da otelin karşısındaki binalara çıkmışlardı.
Çatılarda buldukları saksıları ve kiremitleri tekbir sesleriyle otele doğru fırlatıyorlardı. Gençler otelin girişine kurdukları barikatın gerisinde beklerken, bir grup gösterici, polis barikatını aşıp içeri girdiler. Korkunç gürültülerle birlikte kısa bir süre büyük bir mücadele yaşandı ve grup püskürtüldü. Aynı şeyi birkaç kez tekrarladılar... Sivas'a semah gösterileri yapmak için gelmiş olan bu gençlerden hemen hiçbiri canlı dönemedi Ankara'ya...
Lobide bu çatışmalar olurken Aziz Nesin de eline bir demir çubuk almış, odasından çıkmıştı. Bu sırada fotoğraf çekerken kireç gibi yüzüyle bir kadın yanıma yaklaştı ve "Bunları çekiyorsun ama hiçbirisini göremeyeceğiz" dedi.
Takviyenin gelmesinden yavaş yavaş umudumuz kesiliyordu. Bu sıralarda Aziz Nesin, Erdal İnönü ile görüştü. İnönü'ye telefonda güruhun sesini ve camlara fırlatılan taşların sesini dinletti. Erdal İnönü yanıt olarak "Her türlü tedbirin hızla alındığını" söylemiş.
Aynı anda Sivas Belediye Başkanı Temel Karamollaoğlu otelin önüne gelmişti. Kalabalığa hitaben kısa bir konuşma yaptı. "Biz Sivaslılar olarak bu konuda yeteri kadar tepkimizi gösterdik, artık dağılın" dedi. Gösterici grup, Aziz Nesin'in kendilerine verilmesi yönünde sloganlar atıyordu. Ayrıca Kültür Merkezi'nin önüne dikilen halk ozanı anıtıın da yıkılıp otelin önüne getirilmesini ve burada yakılmasını istiyorlardı.
Bunun üzerine belediye başkanı heykeli yıktırıp otelin önüne getirtti. Anıtı, otomobillerden çektikleri benzinle tutuşturup yaktılar. Aralarında Arif Sağ'ın otomobilinin de bulunduğu birçok otomobili ateşe verdiler.
Otelin içine yoğun bir gaz kokusu yayıldı. Saat sekize geliyordu. Bu kokunun nereden geldiğini anlamaya çalışıyorduk ki elektrik kesildi. Koridor ve merdivenler gözgözü görmez bir karanlığa büründü. Aşağıda gençler içeri girmeye çalışanlarla mücadele ederken, genç kızlar dördüncü kata çıkarıldı. Ben o sırada üçüncü kattaydım.
Bir toz bulutundan başka bir şey seçemiyordum. Artık cesaret ve umut tümüyle tükenmişti. Birileri alt kattan "Çantalarınızı alın, gidiyoruz" diye seslendi. Çantalarımızı alıp el ele tutuştuk. Birinci kata doğru indik. Birinci kata geldiğimizde aniden bir parlama ortalığı aydınlattı. (Üstde Asım Bezirci çaresizlik içinde üst kata çıkıyor.)
Birinci kattaki odalar yanmaya başlamıştı. Bez topaklarını gaza ve benzine bulayıp yakmışlar ve içeri atmışlardı. İçerde her şey zaten sentetikti ve bir anda yangın yayıldı, her yer dumana boğuldu.
Bütün kontrolümüzü yitirmiştik. Herkes çığlık çığlığa bir çıkış yolu bulmaya çalışıyordu. O sırada aşağıdan "İçeri giriyorlar" diye bir ses duyuldu. Birden panik doruğa ulaştı. Sıcak ve duman dayanılmaz haldeydi. Nefes almakta güçlük çekiyorduk. Ben birinci katla ikinci kat arasındaki merdivenlerde kalakaldım; ikinci kata çıkanlar da korkunç bir alevle karşı karşıyaydılar.
Artık çığlıktan başka bir şey duyulmuyor, alevlerden başka da bir şey görünmüyordu. Olaylar başlamadan önce karikatürlerindeki devekuşu simgesini ne kadar çok sevdiğini bana uzun uzun anlatan Asaf Koçak'ın yanımda olduğunu farkettim. "Üst kata çıkalım" dedi. Ben yerimde çakılıp kalmıştım, çıkamadım; O çıktı ve orada öldü!
Birinci katın koridorundan dipteki odalara doğru yürüdüm. O sırada hissettiğim sonsuz bir yalnızlık duygusuydu, kendi kendime "Bitti" dedim. Herhalde artık nefes alamıyordum, ama birden bir serinlik çarptı yüzüme; karanlığın içinde bu serinliğe doğru yürüdüm; vardığım yer, penceresi hava boşluğuna bakan bir odaymış. İçeride başkaları da vardı. Bu serinliği izleyip gelen 31 kişi Sivas'tan canlı ayrılacaktı.
Bir süre sonra pencereden aşağı, boşluğa atladık. Öteki binanın iki penceresi bu hava boşluğuna bakıyordu, pencereleri zorladık. Burası Büyük Birlik Partisi Sivas İl Merkezi'nin pencereleriymiş.
Bir süre sonra camlar açıldı ve içerdeki birkaç adam, bizi oraya almak yerine küfredip bağırmaya başladı. Ben adamlardan birinin ellerine sarıldım, yaşamak için oraya girmem şarttı. Ama onlar bunu anlamıyormuşcasına ellerine geçirdikleri sopalarla beni ve benimle birlikte boşluğa atlamış olanları ittiriyorlardı, ısrarla...
"Sizi buraya biz mi çağırdık, ne haliniz varsa görün" diyorlardı. Biz yine de ağlayarak yalvarmayı sürdürüyorduk. Oteldeki çığlıklar dinmemişti. Tam o sırada partinin il yöneticilerinden yaşlı bir adam pencerenin önüne geldi ve elini bana uzatıp "Gel kızım" dedi; 31 kişinin hayatını kurtarıyordu...
Yaşadığımıza hâlâ inanamıyorduk. Koridorda sıkıştığımızı sanmıştık, kurtulamayacağımıza inanmıştık.
Oysa tersine umutla üst katlara çıkanlar öldü. Partide geçirdiğimiz bir saat içinde bunun böyle olduğunu bilemiyorduk, çünkü otelin üst katlarındaki sesler kesilmişti, zannetmiştik ki itfaiye geldi ve onlan kurtardı. Kurtulamadılar...
Aslında Aziz Nesin de dahil, içerdekilerin kurtulup kurtulamadığını bilemiyorduk. Sonradan öğrendiğimize göre alevler ve duman iyice yükseldiğinde Aziz Nesin ve Lütfi Kaleli otelin dördüncü katma kadar çıkmışlar.
Atılan taşlara rağmen pencerelerden sarkarak yardım istemişler. Üstünde bir itfaiye eriyle birlikte araç yaklaşmış, o arada "O ölecek olan adam, onu kurtarmayın" diye sesler çıkınca itfaiye eri geri inmiş. Ama bu arada zaten yolu yarılamış olan Aziz Nesin ve Lütfi Kaleli aracın üstüne inmişler. O arada bir saldırgan elindeki sırıkla Aziz Nesin'e hücum etmiş ve dengesini bozmuş; Aziz Nesin kafasını ciddi şekilde yaralamış.
Hemen Kayseri'ye doğru yola çıkmışlarsa da Aziz Nesin çok kan kaybettiğinden üniversite hastanesine yönelmişler. İlk yardım yapılmış, sonra "bilinmeyen bir yöne doğru" gitmişler. Bir kandırmaca yaşatmışlar saldırganlarla Aziz Nesin arasında...
Bütün bu ölüm korkusu içinde bir de "tuhaflıktan" söz etmek lazım. Bir insanın varlığının ne kadar anlamlı olduğunu düşündüm, unutmak hiç mümkün değil.
Aziz Nesin'e, biri telsizli komiser, öteki otomatik silahlı iki polis koruma vermişler. Olayların patlak verişinden bir süre sonra silahlı olan gözden kayboldu. Telsizli komiser ise bizimle birlikte canını dişine taktı; barikattaki gençlerle birlikte saldırganlara karşı koydu, hava boşluğuna açılan pencereden inmemizi sağladı, sanki en yakın dostlarıymışız gibi davrandı hep... Unutmak mümkün değil..."
Mehtap Yücel
Salı, Haziran 10, 2014
Diye diye ayrıldım sevgilim şehrim Eskişehir'den. İçimde böyle tarifsiz gitme isteği, acayip heyecan varken bir yanımda da burukluk vardı. Kivi yemek gibi, evet aynı öyle. Çok tatlı çok keyifli muza, çikolataya filan çok yakışıyor ama ekşimsi bi tadı da yok değil. Senden ayrılmak sevgilim Eskişehir kivi yemek gibi.
Aylardır görüşmelerin yayıldığı arkadaşlarımla bir iki günde bol bol görüşüp, bol bol iyi dilekleştik sonra. Sarıldık sıkı sıkı. Gerçekten ne de çok severmişim sarılmaları. Hiçbirinde bir sorun yoktu. Ta ki eve doğru yürürken 'hayatı tespih yapmışım sallıyormuşum' çalana kadar. Öyle bir gözlerim doldu ki sevgili okur, güldüm kendi kendime yuh be ne anlam yüklemişsin bu şarkıya bile.
Eve geldim babam kapıyı açtı 'hiç ayakkabılarını çıkarma hemen çıkalım' dedi. 'Ama tuvalete gitmem gerek' dedim. Konverslerimi çıkarmamın uzun süreceğini bildiğinden midir yoksa gözlerimi dolu dolu gördüğünden midir bilmiyorum kucağına aldı beni annem görmeden. Tuvalete götürdü orada bıraktı. Güldüm tabii gayri ihtiyari. Kapattım kapıyı, ayağımda konversler evin içinde anneme karşı kazandığım kirli zaferle birlikte gözlerimin dolup taşmasına izin verdim. Hıçkırdım sanki baya zamandır ağlıyormuş gibi sonra aynaya baktım, rimelimi düzelttim, öptüm Eskişehir'i en güzel anılarımızdan ve çıktım tuvaletten. Babama seslendim 'baba yine kucaklaman gerekecek annem görmesin'.
Aylardır görüşmelerin yayıldığı arkadaşlarımla bir iki günde bol bol görüşüp, bol bol iyi dilekleştik sonra. Sarıldık sıkı sıkı. Gerçekten ne de çok severmişim sarılmaları. Hiçbirinde bir sorun yoktu. Ta ki eve doğru yürürken 'hayatı tespih yapmışım sallıyormuşum' çalana kadar. Öyle bir gözlerim doldu ki sevgili okur, güldüm kendi kendime yuh be ne anlam yüklemişsin bu şarkıya bile.
Eve geldim babam kapıyı açtı 'hiç ayakkabılarını çıkarma hemen çıkalım' dedi. 'Ama tuvalete gitmem gerek' dedim. Konverslerimi çıkarmamın uzun süreceğini bildiğinden midir yoksa gözlerimi dolu dolu gördüğünden midir bilmiyorum kucağına aldı beni annem görmeden. Tuvalete götürdü orada bıraktı. Güldüm tabii gayri ihtiyari. Kapattım kapıyı, ayağımda konversler evin içinde anneme karşı kazandığım kirli zaferle birlikte gözlerimin dolup taşmasına izin verdim. Hıçkırdım sanki baya zamandır ağlıyormuş gibi sonra aynaya baktım, rimelimi düzelttim, öptüm Eskişehir'i en güzel anılarımızdan ve çıktım tuvaletten. Babama seslendim 'baba yine kucaklaman gerekecek annem görmesin'.
Salı, Haziran 03, 2014
Üç Haziran
Gitmek sadece bir eylemdir
Unutmaksa bir devrim..
En güzel günlerimiz
Henüz yaşamadıklarımız..
Henüz yaşamadıklarımız..
Birini sevmek güzeldir
Ama karşılığı olmadığı zaman
Arkanı dönüp gitmek en güzelidir..
Ama karşılığı olmadığı zaman
Arkanı dönüp gitmek en güzelidir..
Şimdi sen de herkes gibisin..
Yüreğinde sağlam sevdiğim
Aklıma gelişini seveyim
Ne güzel de darmaduman ediyorsun beni..
Aklıma gelişini seveyim
Ne güzel de darmaduman ediyorsun beni..
Yaşamak tek ve hür
Ve bir orman gibi kardeşçesine..
Ve bir orman gibi kardeşçesine..
Güzel günler göreceğiz çocuklar
Motorları maviliklere süreceğiz..
Motorları maviliklere süreceğiz..
Hani derler ya
Ben sensiz yaşayamam
Ben sensiz yaşayamam
Ben onlardan değilim
Ben sensiz de yaşarım
Ama seninle bir başka yaşarım
Küsmek nedir bilir misin?
Küsmek dürüstlüktür
Çocukçadır ve ondan dolayı saflıktır
Esir düşmekte değil
Teslim olmamakta bütün mesele..
Sen yanmasan
Ben yanmasam
Biz yanmasak
Nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa?
Ben sensiz de yaşarım
Ama seninle bir başka yaşarım
Küsmek nedir bilir misin?
Küsmek dürüstlüktür
Çocukçadır ve ondan dolayı saflıktır
Esir düşmekte değil
Teslim olmamakta bütün mesele..
Sen yanmasan
Ben yanmasam
Biz yanmasak
Nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa?
Nazım Hikmet'e saygıyla..
Pazar, Mayıs 25, 2014
Pazar tv yayın akışının en sevdiğim ve en çok özenip çalışmak istediğim programlarından olan Dünya'yı geziyoruz tarzı bir program izliyordum demin kanaltürkte. Seyşeller Adası diye bi yere gitmişler. Birkaç meraklı dışında eminim hiçbirimizin bilmediği Seyşeller Adası; Seyşeller ya da resmî adıyla Seyşeller Cumhuriyeti, Hint Okyanusu'ndaki 115'in üzerinde adadan oluşan ada ülkesi imiş. Afrika'nın doğusunda, Madagaskar'ın ise kuzeydoğusunda yer almaktaymış. Böyle ayrıntılı yazıyorum ki bize taa bilmem neresi kadar uzakta olduğunu anlatabileyim. Sunucu çat pat ingilizcesiyle oralarda geniş çiftçi şapkasıyla oturmakta olan biriyle muhabbete başladı. Türk olduğunu söyleyince; adam " biliyorum Türkiye'yi, kendinize dikkat edin Türkiye karışık durumda" dedi. Sunucu kameraya bi gülümseme atarak "sanırım Suriye'yle karıştırdı" dedi. Karıştırdığından emin olduğundan adamın konuşmasına izin verdi; adam " çocuklar ölüyo geçmiş olsun size " dedi. Sunucu daha histerik bir gülücük attı ve ardından "Türkiye'yle ilgili hiçbir şey bilmediği kesin" dedi; sahne değişti.
Dün de Cannes Film Festivali'nde bildiğimiz üzere Nuri Bilge Ceylan, Altın Palmiye ödülünü aldı; ödülü son 1 yılda hayatını kaybeden Türk gençlerine ve Soma'da hayatını kaybeden madencilere adadı. Sevseniz de sevmeseniz de annesine, babasına ne bileyim ona çok fedakarlığı olan bilmemkime adamak yerine bir jest yaparak ülkesinin yasına, bu döneme ithaf etti. Ancak yine dün gördüğüm bir tivitte "küresel bir ödül almışsın, küresel bir mesaj ver. İç siyaset niye, bu sığlık niye" yazılmıştı. Bay Küresel Mesaj, Türkiye'yle ilgili bir şeyler biliyordu ama bilmek istemediği kesin.
Bende Türkiye'yle ilgili bir şeyler biliyorum veya bir şeyler bilmiyorum ama insanların yok yere ölmelerini ve daha da kötüsü içi biraz olsun bunun için sızlamayanları, ona buna kılıf bulmaya çalışanları bilmek istemediğim kesin.
Dün de Cannes Film Festivali'nde bildiğimiz üzere Nuri Bilge Ceylan, Altın Palmiye ödülünü aldı; ödülü son 1 yılda hayatını kaybeden Türk gençlerine ve Soma'da hayatını kaybeden madencilere adadı. Sevseniz de sevmeseniz de annesine, babasına ne bileyim ona çok fedakarlığı olan bilmemkime adamak yerine bir jest yaparak ülkesinin yasına, bu döneme ithaf etti. Ancak yine dün gördüğüm bir tivitte "küresel bir ödül almışsın, küresel bir mesaj ver. İç siyaset niye, bu sığlık niye" yazılmıştı. Bay Küresel Mesaj, Türkiye'yle ilgili bir şeyler biliyordu ama bilmek istemediği kesin.
Bende Türkiye'yle ilgili bir şeyler biliyorum veya bir şeyler bilmiyorum ama insanların yok yere ölmelerini ve daha da kötüsü içi biraz olsun bunun için sızlamayanları, ona buna kılıf bulmaya çalışanları bilmek istemediğim kesin.
Çarşamba, Mayıs 14, 2014
Perşembe, Mayıs 08, 2014
"Şimdi acının ne olduğunu gerçekten biliyordum. Ayağını
bir cam parçasıyla kesmek ve eczanede dikiş attırmak değildi bu. Acı, insanın
yüreğini paralayan ve sırrını kimseye anlatmadan birlikte ölmesi gereken şeydi.
Kollarda, başta en ufak güç bırakmayan, yastıkta kafayı bir yandan öbürüne
çevirme cesaretini bile yok eden şeydi." (Vasconcelos - Şeker Portakalı)
Ah Zezé sen ne tatlıydın; sen ve senin siyah rugan ayakkabılı uzun, takım elbiseli arkadaşın ne kadar da ağlatmıştınız. Umarım filmi de keyifle izler, bol bol ağlarız.
bir cam parçasıyla kesmek ve eczanede dikiş attırmak değildi bu. Acı, insanın
yüreğini paralayan ve sırrını kimseye anlatmadan birlikte ölmesi gereken şeydi.
Kollarda, başta en ufak güç bırakmayan, yastıkta kafayı bir yandan öbürüne
çevirme cesaretini bile yok eden şeydi." (Vasconcelos - Şeker Portakalı)
Ah Zezé sen ne tatlıydın; sen ve senin siyah rugan ayakkabılı uzun, takım elbiseli arkadaşın ne kadar da ağlatmıştınız. Umarım filmi de keyifle izler, bol bol ağlarız.
Çarşamba, Mayıs 07, 2014
Pazartesi, Nisan 21, 2014
Mezun olmaya yaklaşırken bitsin bu okul da kurtulalım diyorsun ya hani 'kurtulmak' kavramının içinde istediğin yerde çalışabileceğin, işten sonra sürekli 'hobba eller havaya bugün nereye akıyoruz' tarzı cümleler kurduğun, klimalı, düzgün parkeli/seramikli, parasını keyfi için harcayan ve sana da o ölçüde para veren adamlarla dolu bir ortam düşünerek seviniyorsun.
Ama olmuyor.
Ama olmuyor.
'Beğenmediğim bi yerde çalışmam abi banane' derim ya KENDİ PARANI KAZANMAK DAHA NE OLSUUN!! diye düşünüyorsun ya. İlk iş araba almak canım yok artık mimarlar hemen ev alıyoormuş diyorsun.
Olmuyor.
Olmuyor.
Daha ziyade 'oh be bu iş iyi işte tıkırında millete bak ne kadar çok işsiz var' diyorsun. NE DIŞARI ÇIKIP 1 BİRA MI İÇELİM OLEEY. derken buluyorsun kendini.
Bi işe atılıyım Asuman'lar gibi kot giyip gelmek zorunda kalmıcam. O zaman herkes topuklu ayakkabı giyer yadırganmam yaşasın. diye düşünüyorsun ya.
O da olmuyor.
Kendini bırak topuklu ayakkabıyı terlik giymek isterken buluyorsun. Özellikle mimarlık okuduysan şantiye ya da sabahlama ihtimaline karşı ne kadar gözden çıkarılacak kıyafetin varsa onları raftan çıkarıyorsun. Öyle ki giydiğin taytlar, etekler bir süre sonra aklına dahi gelmiyor. Ve patronların Asuman'lardan daha sade giyiniyor, öyle de bekliyor.
Bi işe atılıyım Asuman'lar gibi kot giyip gelmek zorunda kalmıcam. O zaman herkes topuklu ayakkabı giyer yadırganmam yaşasın. diye düşünüyorsun ya.
O da olmuyor.
Kendini bırak topuklu ayakkabıyı terlik giymek isterken buluyorsun. Özellikle mimarlık okuduysan şantiye ya da sabahlama ihtimaline karşı ne kadar gözden çıkarılacak kıyafetin varsa onları raftan çıkarıyorsun. Öyle ki giydiğin taytlar, etekler bir süre sonra aklına dahi gelmiyor. Ve patronların Asuman'lardan daha sade giyiniyor, öyle de bekliyor.
Hala ilk yılların çalışması böyledir umudum var ama. Büyük şirketlere filan gireriz kızım orada işte o topuklu alınacak illa kii prezentabl olmak şart bikeree! diye hayaller kuruyorum.
Ağlama belki olur.
Ağlama belki olur.
Çarşamba, Nisan 09, 2014
Hayat kısa, kuşlar uçuyor..
Şiirleri gerçekten severim sevgili okur. Zamanla ergenlerin birbirine laf sokma aracı haline gelmiş, edebiyat derslerindekinden çıkmış ne yazık ki. Şiir sevene bi garip bakılır olmuş. Halbuki babam şiirler okurmuş günlerce. Erkek olursam adımı Temmuz koyacakmış Hasan Hüseyin Korkmazgil şiirine ithafen...
bir oğlum olacak adı temmuz
dilinde en güzel sesi türkçemin
kulağı en yiğit şarkılarla delik
korkak bir merakla değil yıldızlı karanlığı
vivaldi'yi dinler gibi okuyup anlayacak
ve belki de sütdişleri sürerken balaban bir bursa şaftalisine
ay'dan kendi sesini dinleyecek
vahşi bir çiçek gibi açılmış gözleriyle .....
Ama ne ben erkek olmuşum ne de babamı desteklemişler bu isim konusunda. Hazan olsun demiş o halde. Birçoklarının Hazal sandığı veya çoğu zaman neden konulduğunu anlamadığı, birçok şarkıya şiire hayat vermiş çok sevdiğim ismimi almış olmuşum.
Hatta ismime en güzel iltifatı şu şekilde almıştım, çok hoşuma gitmiş unutmuyorum...
'Hazan ismim' 'Hmm değişik..Ne anlama geliyo?' 'Sonbahar demek' 'Sen ilkbahar gibisin ama'
Neyse burada düzinelerce yazımı samimi samimi yazmışken daha fazla Osmanlı Türkçesi tadında ismimi över gibi konuşmayacağım. Ne zamandır internette dolaşan anketin sonucu hoşuma gitti onu yayınlayacağım. Şuradan bakabilirsin sende işte buradan
Cemal Süreya çıktım ben. Bir de şöyle yorum aldım. 'Dünyanın en absürt ademoğlu olman kuvvetle muhtemel. Öylesine garip bir kişiliksin ki, bir iddiada isminden harf bile kaybedebilirsin. Mesela aşk insanısın ama asla klişe bir aşk değil bu, hep farklı. Ayrılığın da en afillisini sen yaşarsın; öyle ki senin ayrılığını gören vıcık vıcık aşk böcükleri, senin kadar yakışıklı ayrılmak ister.'
Bir de Cemal Süreya paylaşayım da tam olsun değil mi?
Bak bunlar ellerin senin bunlar ayakların
Bunlar o kadar güzel ki artık o kadar olur
Bunlar da saçların işte akşamdan çözülü
Bak bu sensin çocuğum enine boyuna
Bu da yatak olduğuna göre altımızdaki
Bak bende yalan yok vallahi billahi
Sen o kadar güzelsin ki artık o kadar olur
İşe bak sen gözlerin de burda
Gözlerinin ucu da burda yaşamaya alışık
İyi ki burda yoksa ben ne yapardım
Bak çocuğum kolların işte çıplak işte
Bak gizlisi saklısı kalmadı günümüzün
Gözlerin sabahın sekizinde bana açık
Ne günah işlediysek yarı yarıya
Sen asıl bunlara bak bunlar dudakların
Bunların konuşması olur öpülmesi olur
Seni usulca öpmüştüm ilk öptüğümde
Vapurdaydık vapur kıyıdan gidiyordu
Üç kulaç öteden İstanbul gidiyordu
Uzanmış seni usulca öpmüştüm
Hemen yanımızdan balıklar gidiyordu.
bir oğlum olacak adı temmuz
dilinde en güzel sesi türkçemin
kulağı en yiğit şarkılarla delik
korkak bir merakla değil yıldızlı karanlığı
vivaldi'yi dinler gibi okuyup anlayacak
ve belki de sütdişleri sürerken balaban bir bursa şaftalisine
ay'dan kendi sesini dinleyecek
vahşi bir çiçek gibi açılmış gözleriyle .....
Ama ne ben erkek olmuşum ne de babamı desteklemişler bu isim konusunda. Hazan olsun demiş o halde. Birçoklarının Hazal sandığı veya çoğu zaman neden konulduğunu anlamadığı, birçok şarkıya şiire hayat vermiş çok sevdiğim ismimi almış olmuşum.
Hatta ismime en güzel iltifatı şu şekilde almıştım, çok hoşuma gitmiş unutmuyorum...
'Hazan ismim' 'Hmm değişik..Ne anlama geliyo?' 'Sonbahar demek' 'Sen ilkbahar gibisin ama'
Neyse burada düzinelerce yazımı samimi samimi yazmışken daha fazla Osmanlı Türkçesi tadında ismimi över gibi konuşmayacağım. Ne zamandır internette dolaşan anketin sonucu hoşuma gitti onu yayınlayacağım. Şuradan bakabilirsin sende işte buradan
Cemal Süreya çıktım ben. Bir de şöyle yorum aldım. 'Dünyanın en absürt ademoğlu olman kuvvetle muhtemel. Öylesine garip bir kişiliksin ki, bir iddiada isminden harf bile kaybedebilirsin. Mesela aşk insanısın ama asla klişe bir aşk değil bu, hep farklı. Ayrılığın da en afillisini sen yaşarsın; öyle ki senin ayrılığını gören vıcık vıcık aşk böcükleri, senin kadar yakışıklı ayrılmak ister.'
Bir de Cemal Süreya paylaşayım da tam olsun değil mi?
Bak bunlar ellerin senin bunlar ayakların
Bunlar o kadar güzel ki artık o kadar olur
Bunlar da saçların işte akşamdan çözülü
Bak bu sensin çocuğum enine boyuna
Bu da yatak olduğuna göre altımızdaki
Bak bende yalan yok vallahi billahi
Sen o kadar güzelsin ki artık o kadar olur
İşe bak sen gözlerin de burda
Gözlerinin ucu da burda yaşamaya alışık
İyi ki burda yoksa ben ne yapardım
Bak çocuğum kolların işte çıplak işte
Bak gizlisi saklısı kalmadı günümüzün
Gözlerin sabahın sekizinde bana açık
Ne günah işlediysek yarı yarıya
Sen asıl bunlara bak bunlar dudakların
Bunların konuşması olur öpülmesi olur
Seni usulca öpmüştüm ilk öptüğümde
Vapurdaydık vapur kıyıdan gidiyordu
Üç kulaç öteden İstanbul gidiyordu
Uzanmış seni usulca öpmüştüm
Hemen yanımızdan balıklar gidiyordu.
Çarşamba, Nisan 02, 2014
Şu sıralar tırım tırım beklediğimiz bir dizi daha var. Evet o, o. GAME OF THRONES.
Hafta sonunda ailemi görmeye gittiğimde büyük televizyondan istifade babama başlattığım dizi aynı zamanda. Şimdi her gün arayıp 'kaçıncı bölümdesin? Hıı o sahne süper demi? ... olunca ne düşündün:D Evet evet bende beklemiyodum' tarzında konuşmalar yapıyoruz. Yeni bölümü bekliyoruz babam bi yandan ben bi yandan.
Hafta sonunda ailemi görmeye gittiğimde büyük televizyondan istifade babama başlattığım dizi aynı zamanda. Şimdi her gün arayıp 'kaçıncı bölümdesin? Hıı o sahne süper demi? ... olunca ne düşündün:D Evet evet bende beklemiyodum' tarzında konuşmalar yapıyoruz. Yeni bölümü bekliyoruz babam bi yandan ben bi yandan.
Şöyle de kocaman resim koyayım da izliyorsan şahlansın seninde hevesin, izlemiyorsan da aç yan sekmeyi hemencecik başla :*
Salı, Mart 11, 2014
Bugün 11 Mart 2014 15 yaşına hastanede basmış Berkin'in okula gidemediği 170., yoğun bakımda olduğu 267. ve son nefesini verdiği gün. Senin bunu okuduktan sonra içmeyi düşündüğün çayı asla içemeyeceğinin ya da yapmayı düşündüğün her ne varsa onun yapamayacağının belli olduğu gün. Çok değil bundan bir kaç gün önce adamın biri 'Ak parti gitmemeli bence yoksa Türkiye'ye onun yaptıklarını yapacak adam yok, başı yok başı' klişesini yaşattı bana. 'Ama Ak parti de çok mu sağlıklı bi baş olmak için' sakinliğiyle yaklaştık, geçtik. Ama haklıymış, Ak parti giderse kimse onun gibi çocukları öldürtemez, onun kadar kafasına göre saltanat sürdüremez, onun kadar senin, benim inandığımız değerleri sömüremez, onun kadar bizi enayi yerine koyamaz, hakkını yiyerek sana milyarda birini koklatamaz ve onun kadar kimse ülkeyi kendi eviymiş gibi kurallar yığınına boğmaz, boğamaz.
Yine de bir gün evinde sıcacık beleş kömürünle ısınıp, bolca hediye edilmiş ununla yaptığın ekmeği yerken aynı gün oğlun eve dönmez de bir kaldırımda dış mihraklar, lobisel işler yüzünden dövülerek öldürülürse veya kızın kendi kışkırttığı dış mihraklar tarafından taciz edilmiş bi şekilde eve gelirse ülkenin başına gelmiş sağlıklı başı almak istemez misin? O zaman 'ya adam sizin mi paranızı yiyo benimkini yiyo helal olsun' demezsin sanırım. Ağıtlar yakarken pişkin gevrek gülüşleriyle 'hatırlamıyorum öyle bişey' diyenlere nasıl katlanırsın? Ya da senin başına gelmez belki sen cam fanusta yaşatılırsın kraldan çok kralcı olduğun için. Unutma elbette bir komşunun feryadı yüzünden uyanacaksın.
Sana şunu yap bunu yap diyemem bu saatten, bu günlerden sonra hala bi 'neler oluyo lan ülkeme' demediysen. Ama aklında bulunsun bundan sonra kime taparsan tap, kimi 'baş' yapmak istiyosan yap bir katilin yancısı olma. O veya bu olsun ama katil katildir, seni de elbet boğmak isteyecektir.
Yine de bir gün evinde sıcacık beleş kömürünle ısınıp, bolca hediye edilmiş ununla yaptığın ekmeği yerken aynı gün oğlun eve dönmez de bir kaldırımda dış mihraklar, lobisel işler yüzünden dövülerek öldürülürse veya kızın kendi kışkırttığı dış mihraklar tarafından taciz edilmiş bi şekilde eve gelirse ülkenin başına gelmiş sağlıklı başı almak istemez misin? O zaman 'ya adam sizin mi paranızı yiyo benimkini yiyo helal olsun' demezsin sanırım. Ağıtlar yakarken pişkin gevrek gülüşleriyle 'hatırlamıyorum öyle bişey' diyenlere nasıl katlanırsın? Ya da senin başına gelmez belki sen cam fanusta yaşatılırsın kraldan çok kralcı olduğun için. Unutma elbette bir komşunun feryadı yüzünden uyanacaksın.
Sana şunu yap bunu yap diyemem bu saatten, bu günlerden sonra hala bi 'neler oluyo lan ülkeme' demediysen. Ama aklında bulunsun bundan sonra kime taparsan tap, kimi 'baş' yapmak istiyosan yap bir katilin yancısı olma. O veya bu olsun ama katil katildir, seni de elbet boğmak isteyecektir.
Pazar, Ocak 26, 2014
Pörfektli
Şu dünyada en beğendiğim adam ve en beğendiğim kadının arada görsellerine uzun uzun bakıyorum. Bir gün onlar birlikte olsun diye kadın ve erkek birlikte olmaya başlamış gibi.
Bir de şunu paylaşmadan edemiciim: Akla zarar iç çamaşırı reklamı
Penelope Cruz yazıp, yönetip sevgili eşi Javier Bardem'e de bi rol verivermiş. İyi seyirler gençler. Javier'inizi veya Penelope'nizi bulmanız dileğiyle :*
Penelope Cruz yazıp, yönetip sevgili eşi Javier Bardem'e de bi rol verivermiş. İyi seyirler gençler. Javier'inizi veya Penelope'nizi bulmanız dileğiyle :*
Perşembe, Ocak 23, 2014
En'lerin çılgınlığı
Umarım bu siteyi daha önceden bilmiyosundur, biliyorsan şaşırmazsın ki seni şaşırtmak beni mutlu ediyor sevgili okur. Neyse 'en öpülesi fotoğraflar, en kucaklanası videolar..' sloganıyla bugün bir siteye rastladım. Türkiye için genel geçer enlerin yapıldığı bi site saatlerdir ay şuna da bakayım diye zaman geçiriyorum, pek de bi işin yoksa bi bak bence. Senin için bir kaç ilginç/komik olanın linkini şuraya yazacağım. Sen sitenin hepsine ListeList 'e tıklayarak ulaşabilirsin :*
Altın Küre Türkiye’de Yapılsa Başımıza Gelecek 14 Televizyon Olayı
Müziğe Yön Vermiş Dünyaca Ünlü 22 Grubun İsim Etimolojisi
Fenomenin Dibi Bingöllü Kenan’ın En Sağlam 22 Gideri
32 Maddede Bira Neden, Ne Zaman, Nasıl İçilir?
Feriştahı Gelse Doğrusu Öğrenilemeyen 20 Kelime
Kendimizi Çok Cahil Hissettiren 22 İlber Ortaylı Caps’i gibi..
Altın Küre Türkiye’de Yapılsa Başımıza Gelecek 14 Televizyon Olayı
Müziğe Yön Vermiş Dünyaca Ünlü 22 Grubun İsim Etimolojisi
Fenomenin Dibi Bingöllü Kenan’ın En Sağlam 22 Gideri
32 Maddede Bira Neden, Ne Zaman, Nasıl İçilir?
Feriştahı Gelse Doğrusu Öğrenilemeyen 20 Kelime
Kendimizi Çok Cahil Hissettiren 22 İlber Ortaylı Caps’i gibi..
Pazar, Ocak 19, 2014
Şöyle bir özet geçersem
Sevgili okur, sen bilmezken o kadar çok şey yaşandı ki bi başlarsam bilirsin ayrıntı manyağı olur asıl olayı kaçırırsın. O yüzden edebiyat kadar sevdiğim bir dal olan fotoğrafçılık ile sana final hatta bitirme haftamı ve sonrasını özet geçeyim istedim.
Boyum kadar çıktılar mı taşımadım..
Maketler mi yarenim olmadı..
Gergin bekleyişli zoraki gülümsemeler mi olmadı..
Ve sonrasında hasretler mi giderilmedi..
Neşeli anlar mı yaşanmadı..
Rahatlamanın çılgın tarzı mı yansıtılmadı..
Kutlamalara mı gidilmedi..
'Cibili cibili shot shot shot'lar mı içilmedi.. (Yalnız acayip enfesli)
Ve finaal pazar günü oldu..
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)