;

Pazar, Kasım 04, 2012

Pardon tatlım arkadaşın nereli? Türk. Türk mü?

  Zamanlardan, Malta'dayım dil öğreniyorum zamanı.. Canla başla çalıştım bikere onu söylemem gerek. Hani her gün tekrar edin der de öğretmen, herkes sözleşmiş gibi tekrar etmez. İşte telefon yok, bilgisayar yok ben her gün tekrar ediyordum. Yalan yani istersen saati saatine tekrar et,  daha önceden olmadıysa üniversite yıllarında yapabileceğin sınırlı onu bil de. Dil nankör bir öğreti. 1 ay hiç konuşmasan Türkçe'de bile tıkanırsın, inan bana. Neyse asıl olay bu değildi. 
  Canla başla çalışmama dönelim, sınıf atladım orada. Kendini hazır hissedersen, hocan da belli bir seviyeye geldiğini düşünüp onaylarsa yazılı ve sözlü sınavlara giriyorsun, geçersen öyle sınıf atlayabiliyorsun. Ben 2 sınıf atladım. Sen düşün stresimi ve azmimi :D Neysee yine bir gün azimliyim, girdiğim sınıfta ilk günden şaşırmama neden olan kızı gördüm. Kıza 'mesli rüya' diyeceğim-benim yaratıcılığım değil kesinlikle kızın feysbuk hesabındaki ismini değiştirdim azıcık sadece-. Mesli rüya'yı gördüm. Umuyordum ki kız Türk olmasın, yanlış anlama ama dil öğrenmek için gittiğin bir ülkede Türk'lerle pek işin olsun istemiyorsun özellikle de mesli rüya gibi bir Türk' le. Aramda bir sandalye bırakacak kadar bir mesafede oturdum. Tanışma faslı falan oldu. Kız adımı duyunca hemen 'Aa Türk müsün, merhaba mesli rüya ben' dedi. 'Hıhh selam mesli rüya oldu mu şimdi mesli rüya neden mesli rüya?' dedim içimden, 'haha selam' dedim dışımdan da. 
  Bigün mesli rüya yokken iki Türk arasındaki binlerce farktan en bağıranını sordu sınıftakiler bana. 'Why does she have scarf? And you are different, Are your religions different?' Al bide burdan yak'ın ingilizcesini bilmediğimden, 'No Tatyana noo!' diye açıkladım ebelek gübelek bir şeyler ama iyi ki mesli rüya yoktu şu esnada. Azıcık benim tarafımdan 'haklısın, doğru' anlamında baş sallattım çünkü :) Neyse yine de sorun yok idi. Eğer sürekli Türk yemeklerini, Türk kültürünü, Osmanlı İmparatorluğunu, İstanbul'daki camileri övmeseydi, 'yarın öleceğinizi bilseniz napardınız' gibi soruları 'hemen ibadet etmeye başlardım öyle yapılmalı çünkü' diye cevaplamasaydı, her konuşmanın sonunu İslamiyete bağlamasaydı ve son olarak İstanbul'daki camilerin fotoğraflarının bulunduğu bir slayt gösterisini sınıfta izletmeye kalkmasaydı tabii ki onu okul müdiresi Lindacığıma şikayet etmezdim. İnan sınıfımızın bulunduğu yer olan 3.kattan, Linda'nın odasının bulunduğu giriş kata inmek için boşa çaba sarfetmezdim. Ama dil öğrenmenin adımları yerine misyonerliğin adımlarını öğrenince Linda' ya mecbur kaldım. Onunla konuşmamız da bir ayrı acayipti. Nasıl anlatabilirsin ki? Rahatsız ediyor, çok konuşuyor, ülkesini çok övüyor dedim. Bi an durakladı. Kızın adını söylememiştim ama nereli olduğunu sordu, Türk dedim. Bi an bakıştık. 'Türkiye' de biz çok zıt taraftayız' dedim. İngilizcemin nimetleri sağolsun. Bir sonraki ders Linda, hocaya söylemiş olacak ki hoca sınıfa girer girmez bana göz kırptı. Ve mesli rüya bir şey söylediği anda deli gibi bağırdı, tahtaya yumruk attı. Abarttı yani. Güleceğim geldi. Mesli rüya'yla bakıştık. 'Noldu buna be' gibisinden bişey söyledi(rahat rahat Türkçe konuşup, hocayı çekiştirebiliyorsun tabii). 'Aman ne bileyim ergen' dedim. Çok haindim. İki yüzlüydüm. İş çevirmiştim arkasından. Sonra da ben bir daha sınıf atladım o da benden önce Türkiye'ye döndü. Hala da bilmez. Feysbukta arkadaşlık isteği hala durur. 
  Avrupa'ya gidip kendimi bozduğum olay budur. Buradan mesli rüya' dan özür dilemiyorum, hak etmişti çünkü. Ama kumpiri çok severmiş öyle derdi. Belki bigün kumpir ısmarlarım, bu cömertliğimin nedenini anlamaz, bende iki parmağımı dudağına götürüp 'şşş.. sus küçüğüm sen hiç bilmeyeceksin ama bunu hak ettin' der, yağmur yeni atıştırmaya başlamışken ellerimi ceplerime sokup arkamı döner yavaşça yürümeye başlarım. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder