;

Cuma, Aralık 18, 2015

Ihhm.. Neffiss


Arkadaşlar aşağıda paylaştığım videoları lütfen tok iken izleyin. 

Güzellemeli not: Yemek tarifinden ziyade videonun çekilme tarzı çok güzel. Müziğin uyumu, ojeli ellerin güzelliği, yazıların yeri vs.ye dikkat hem iyi yemekçi hem iyi klipçi <3 






Cuma, Aralık 04, 2015

Baktım gökte bir kırmızı bir uçak
Bol çelik bol yıldız bol insan
Bir gece sevgi duvarını aştık
Düştüğüm yer öyle açık öyle seçik ki 
Başucumda bir sen varsın bir de evren 
Saymıyorum ölüp ölüp dirilttiklerimi
Yalnızlığım benim çoğul türkülerim
Ne kadar yalansız yaşarsak o kadar iyi


Can Yücel

Salı, Aralık 01, 2015

#Cehennem

  Üsküdar Tekel Sahnesi'nde geçen Cehennem isimli tiyatroya gittim. Zaten Üsküdar'dan Kuzguncuk'a yürürken hep dikkatimi çeken taştan sadece dışarıdan bile enfes görünen Tekel Sahnesi gerçekten  güzel bir tiyatro sahnesi. Eğer devlet tiyatrolarını takip ediyorsan sevgili okuyan hem ulaşım, hem görsel doygunluk açısından tavsiye edeceğim bir yer. Ama bu yazı Tekel Sahnesi'yle ilgili değil. Çünkü izlediğim oyun bence daha görülmeye değerdi. 



  Şuan neresinden bahsedersem spoiler gibi olacağından genel olarak sana hissettirebileceklerinden bahsedebilirim. Başta hiç bir detayı kaçırmamak için her ayrıntıyı dinlemekten yorulacağın sonraları taşların yavaş yavaş oturduğu bir oyun bu. Ki ben filmlerde, kitaplarda bu tarzı gerçekten severim. Tiyatroda da başarıyla vurgulanmış. Bir de tiyatro sahnesinde yapılamayacak hatta sinemada bile özel efektlerle verilebilecek acı, taciz gibi duyguları nedense çok net hissettim. Belki tam yerinde kapanan ışıklar ve acıyı hissetmeni sağlayacak müzik beni hayal etmeye zorladı, bilemiyorum. Ama verilmek istenen duygu net olarak veriliyor. Ve tiyatro çıkışında sessiz bir yürüyüş seni bekliyor. Yol boyu 'hıı demek o ondan öyleydi' diye taşlar oturtulmaya devam ediyor. 

  Oyunun bir bütünü sayılabilecek ekstra tatlar da oyunculardı. Ezberine ve bunu farklı şekillerde iletebilmesine hayran kaldığım dedektif, ses tonuna kendimi bırakıp neredeyse anlattıklarına ikna olacağım papa... Gerçekten fırsatın olursa mutlaka git izle sevgili okuyan.








Son yaptığım resmime 'bi hi deyin' gençler. Gerçekten kendimi buldum evet evet.  

Cuma, Kasım 27, 2015

  İnsanın hayatının rutine binmesi çok garip sevgili okuyan. Ben mesela şuan etlisine sütlüsüne karışmadan bu şekilde ömrümün sonuna kadar yaşayabilirim. Okulu bitirme evresi yok, bi sınava girme riski yok, öyle bir düz çizgi. Tabii ki insanın karşısına ne çıkacağı belli değil ama özellikle kendim adına konuşabilirim ki aylar sonra ibaresi düşse hayatıma yine her şey aynı olacak. Günlük durum komedileri, anılar yaşanıyor onları da kaçırmamak lazım dediğini duyar gibiyim. Yalnız radikal bir şeylerden bahsediyorum ben.

  Bazen çok sevmeme ve taşınmayı hiç düşünmememe rağmen ev bakarken buluyorum kendimi. Sırf değişiklik olsun diye. 'Allah'dan bul Hazan' diyenleri de duyuyorum sanki. Evlenen bir arkadaşımın kurduğu 'işlerimizi bulduk, iyi de kazanıyorduk, askere gitti ve bir tek evlenmemiz kalmıştı biz de evlendik' cümlesindeki sırası geldi yaşadık mantığı garip geliyor sadece. Sırasıyla okulları kazandık, okuduk, mezun olduk ve iş bulduk şimdi öyle gün geçirme yaşamı sırası mı? 

  Depresif bir havayla bunları yazdığımı düşünmeni istemem sevgili okuyan. Hatta şuan kasım ayının sonlarında olmamıza rağmen ofisin camından müthiş sıcak turuncu bir ışık süzülüyor saçlarıma ki ben bu halini çok severim. Hemen sol elimin altında daha yeni hazırlanmış tam kıvamında filtre kahvem, sağ elimin yanında içinde rengarenk kalemlerin bulunduğu metal bir kalemlik bulunmakta. Yani her şey normal. Peki nedir bu normal? Hığmmm canım sıkıldı artık yoksa ben miyim anormaaağl. 

  Sanırım hayatımda sürekli heyecanda kalan bir şeyler ihtiyacındayım. Bunu iş-aile-ev içerisinde sağlamak azıcık riskli olduğundan ikili ilişkilerimde sağlıyorum galiba. Seviyorum efendime söyleyeyim iniştir, çıkıştır. Ya da bilemiyorum her şey rayında olan, normal değil de her açıdan mutlu olunan bir hayat nasıl oluyor, o zaman da azıcık bozulması gerektiği hissi geliyor mu gerçekten hiç bilemiyorum.

Salı, Kasım 03, 2015

Shirley Valentine olmak

  Geçen gün indirim kuponunu bir yerden denk getirdiğim bir tiyatro oyununa gittim. 'Shirley'. Sumru Yavrucuk'un 90dk süren tek kişilik oyunu diye görüyordum zaten. Filmi de varmış daha önce sahneleyenler de... Merak ettim, gittim gördüm, bayıldım, yazayım istedim.

  Farklı kadınların oyunu aslında. Hepimizin içindeki bambaşka kadınların oyunu. Çok içerik vermeden duygularımı aktarmak istiyorum sevgili okuyan.

  Shirley,  o herkesin özendiği zıpır kız çocuğunun büyüyüp, aşık olup, evlenip çoluk çocuğa karıştıktan sonraki dönüştüğü, gündelik hayata isyan eden bir kadının evrelerini anlatıyor aslında. İsyan ediyor ve eline geçen ilk fırsatı ne pahasına olursa olsun değerlendirmek üzere harekete geçiyor. 


Haftalar boyu aynı olan menüyü hazırlayan evin fedakar kadını da Shirley...


Aklına koyduğu gibi kabuğundan çıkma heyecanı yaşayan da Shirley..


İstediklerini yapma mutluluğuyla adeta güzelleşen, gençleşen de .


    Ve bu olayların hepsi Sumru Yavrucuk'un elinde sanki saniyeler içinde hem biraz içinizi burkarak hem de kahkahalar içinde bırakarak gerçekleşiyor. 

   Mutlaka bir yolunu bulup izleyin derim. Hayatınıza güzellik katacağınız, iyi ki diyeceğiniz bir doksan dakika olacağına eminim.

Perşembe, Ekim 22, 2015

Kadın gibi kadın

   Ya niye böyleyiz biz :/ 









Devamı da var mı yaa diyenler için şuraya bir klik


Salı, Ekim 13, 2015

Bir şövale aldım saatlerce kendimi bıraktım

   Her şey evimin yanındaki inşaatın yükselip televizyonumun çanak anteninin görüş açısını engellemesiyle başladı sevgili okuyan. Teknik servisleri aradım, telefonlarda tartışmalar yaptım ama televizyon kanallarını bir türlü kurtaramadım. Başlarda omuz silktim ne bileyim zaten çok mu izliyorum dedim, kitap filan okurum dedim. Ama meğer akşam eve gelince -dışarı çıkmadığım zamanlarda- tek uğraşımmış. 

   Bu böyle gitmedi tabii. Bir kaç hobi edineyim, eski hayallerimi gerçekleştirmeye koyulayım dedim. Ucuz yollu bir şövale aldım. Sonra bunun yağlı boyasının tineri, açması, kapamasıyla kim uğraşacak diye kolay yollu akrilik boya aldım. Böyle ana renklerin olduğu bir setle başladım. 

   Birebir bir şeyler yapamayacağımı biliyordum, en azından başlangıç için. İlk heves tuvallerini ziyan etmemek adına siluet çalışayım dedim. Siluet iyidir , iyidir istediğim rengi, akıtmayı, gölgelemeyi yaparım dedim. Şimdi de onu paylaşmak istiyorum, ehem öhöm.


     Bir oturuşumda saatlerimi harcadığım, kendimi çok mutlu hissettiğim için şimdi baya hevesliyim bakalım. Küçük küçük bitirdikçe buraya paylaşacağım. <3 

Pazartesi, Ekim 12, 2015

Sadece Ankara değil zaman kara bu ara

   10 ekimden iki gün sonra yazıyorum bu yazıyı olay daha yeni gün yüzüne çıkıyor. Aynı tarihte ben de trendeydim. Annemlerle buluştum Eskişehir'de. Babamı garda beklerken anons yapıldı 'Ankara'dan gelen trenler süresiz bir şekilde ertelenmiştir.Lütfen gelme zamanı için anonsları takip ediniz.' Düşündüm, klasik rötar. Babam beni karşıladıktan sonra öğrendim ve evet biz Eskişehir'de değil de Ankara'da görüşmüş olsaydık o facia içerisinde olacaktım. 'Neyse ki ' dedik babamla. Neyse ki ölmedik teğet geçti diye sevindik.

   Sonrasında bir açıklama okudum bakanlık mevkiine benim kadar uzak, insanlığa benden çok çok uzak bir bakanın ağzından. Diyordu ki 'Ortadoğu ülkelerinde böyle şeyler her gün oluyor, biz de Ortadoğu ülkesiyiz.' İçimden diyecek, sarf edecek bir nefret kelimesi bile bulamadım. Ben bundan 1000 km ötede doğmuş olsam ölmem normal değildi, ama şimdi normal hatta ben bundan bir 1000 km daha doğuda doğmuş olsam bunu benim yapmış olma ihtimalim bile normal oluyor. İnsan ne yazık ki hiç bir zaman insan değil. Çağdaş, bağnaz, korkak, cesur, güzel, çirkin, mutlu, mutsuz hep sıfatlı. Asla saf somut haliyle bir annenin doğurdu bir insan değil. Düşünceleri sorulmasa da bir düşünceye yakın olmak zorunda ve o düşünce doğrultusunda kendi düşüncesini kabul edenler gibi davranmak zorunda. Mide bulandırıcı. Tek ifade edebileceğim şekil bu.

   Hayatın her evresinde her zaman diliminde bir şeyleri yapmak başka bir şeyi yapmaya dalalet etmek zorunda. Yani öyleymiş gibi davranıyoruz. Müslümansan peygamberi sevmek zorundasın, solcuysan batıl inançların olamaz, başın kapalıysa cinsel fanteziler kuramazsın, başın açıksa evlenmeden olmaz diyemezsin, birini seviyorsan bunu her zaman göstermek bu bilgiyi tazelemek zorundasın, birini sevmiyorsan ona herhangi bir iyilik yapamazsın vesaire... Bunun gibi bir çok tabumuz var. İnsanlar bunları tabulaştırdıkça yıkmak, zedelemek içimizde büyük bir heyecan oluşturuyor belki de. Ben kendi inancımı, sevgimi, işimi, sporumu kendi istediğim şekilde yaşayamıyorum. Hep toplumla birlikte onların kurallarıyla yaşamak zorundayım. Bu yüzden ölenler insan değil sendikalı, sağcı, solcu, dinci, Kürt, Türk.. Ölenlere üzülmek için ölenlerin tarafında olmam gerekmemeli halbuki. Yapan taraf güpegündüz açıkta dururken o tarafta olduğum için savunmamalıyım katilleri. 


   Bundan sonra ne olur ne yapabiliriz bilmiyorum. Atatürk'ün güvendiği, istikbali gördüğü genç kesimden olan ben çaresizim. Gücüm yok, fikrim yok, elim kolum bağlı. Umudu olan insanları bir bir söndürenler bir gün kendi sönecek bile diyemiyorum, ona da umudum yok. Belki yapabileceğim, düşünebileceğim çok şey var. Ama bugün çalışmam gerekiyor. Bazı güdülerimi bastırmam gerekiyor. Taşkınlık etmemeliyim ki şimdiki hayatımı huzur içinde sürdürebileyim. İçim rahat etsin diye bir kaç paylaşım yapıyorum, bu yazıyı yazıyorum mesela. Ama 9 ekimde benim gibi yaşayan ve 10 ekimde yanlış yerde bulunduğu için ölen ben olsaydım eminim bugün işe gelmezdim, sadece bu yazıyı yazmakla kalmazdım, elim kolum bağlı pısırık oturmazdım. Yine de ölüm bu kadar yakınken çok çok uzakmış gibi davranmak kusura bakmayın ama işime, işimize geliyor.

Cuma, Eylül 04, 2015

Heey Macarena, ne sürtüksün ama

  Demin izlediğim bir videoyla aydınlandım gençler. Sizi de aydınlatmak istiyorum hemen. Dansını hemen hemen ezbere bildiğimiz Macarena şarkısının sözleri aslında 'üf üf üflesene ımm bu çok güzel işte' tadında bir şeylermiş. Buyrun videoya.



   Videoda tam sözler yazmıyordu onu da hemen şuraya iliştiriyorum.

when i dance, they call me macarena,
and the boys they say "que soy buena"

dans ederken bana macarena derler,
ve erkekler "que soy buena" der.

they all want me, they can't have me,
so they all come and dance beside me.

hepsi beni ister,bana sahip olamazlar,
bu yüzden hepsi gelir ve yanımda dans ederler.

move with me, chant with me, and if you're good,
i'll take you home with me.

benimle hareket et,benimle beraber şarkı söyle,
ve eğer iyiysen,seni eve götüreceğim.
........................................................................

dale a tu cuerpo alegria, macarena,
bedenini zevke bırak,macarena

que tu cuerpo es pa' darle alegria y cosa buena.
çünkü vücudun ona zevk ve iyi şeyler vermen için.

dale a tu cuerpo alegria, macarena, hey, macarena!
bedenini zevke bırak macarena,hey, macarena!

dale a tu cuerpo alegria, macarena,
bedenini zevke bırak macarena.

que tu cuerpo es pa' darle alegria y cosa buena.
çünkü vücudun ona zevk ve iyi şeyler vermen için.

dale a tu cuerpo alegria, macarena, hey, macarena!
bedenini zevke bırak macarena.hey,macarena!
-------------------------------

but don't worry about my boyfriend, he's a boy who's name is vitorino,
ama erkek arkadaşım hakkında endişelenmem,o vitorino diye bir adam.

i don't want him, couldn't stand him, he was no good so i...ha, ha.
onu istemiyorum,ona dayanamıyorum,o hiç iyi değildi ben de..ha ha.

now come on, what was i supposed to do? he was out of town,
and his two friends were so fine.

şimdi haydi!ne yapmayı amaçlıyordum?O kasaba dışındaydı
ve onun 2 arkadaşı çok hoştu.
------------------------

dale a tu cuerpo alegria, macarena,
bedenini zevke bırak macarena.

que tu cuerpo es pa' darle alegria y cosa buena.
çünkü bedenin ona zevk ve güzel şeyler vermen için

dale a tu cuerpo alegria, macarena, hey, macarena!
bedenini zevke bırak macarena,hey macarena!

dale a tu cuerpo alegria, macarena,
bedenini zevke bırak macarena

que tu cuerpo es pa' darle alegria y cosa buena.
çünkü bedenin ona zevk ve iyi şeyler vermen için.

dale a tu cuerpo alegria, macarena, hey, macarena!
bedenini zevke bırak macarena.hey macarena!

dale a tu cuerpo alegria, macarena,
bedenini zevke bırak macarena

que tu cuerpo es pa' darle alegria y cosa buena.
çünkü bedenin ona zevk ve iyi şeyler vermen için

dale a tu cuerpo alegria, macarena, hey, macarena!
bedenini zevke bırak macarena,hey macarena

dale a tu cuerpo alegria, macarena,
bedenini zevke bırak macarena

que tu cuerpo es pa' darle alegria y cosa buena.
çünkü bedenin ona zevk ve iyi şeyler vermen için

dale a tu cuerpo alegria, macarena, hey, macarena!
bedenini zevke bırak macarena,hey macarena!
------------------------

come and find me, my name is macarena,
gel ve beni bul adım macarena

always at the party, con las chicas que soy buena.
her zaman partyde,con las chicas que soy buena

come join me, dance with me and you fellows chant along with me.
gel bana katıl,benimle dans et,erkekler benimle beraber söyleyin
-------------------
dale a tu cuerpo alegria, macarena, 
bedenini zevke bırak,macarena

que tu cuerpo es pa' darle alegria y cosa buena.
çünkü vücudun ona zevk ve iyi şeyler vermen için.

dale a tu cuerpo alegria, macarena, hey, macarena!
bedenini zevke bırak macarena,hey, macarena!

dale a tu cuerpo alegria, macarena, 
bedenini zevke bırak macarena.

que tu cuerpo es pa' darle alegria y cosa buena. 
çünkü vücudun ona zevk ve iyi şeyler vermen için.

dale a tu cuerpo alegria, macarena, hey, macarena! 
bedenini zevke bırak macarena.hey,macarena!
------------------------------- 

   Yine de çok eğlenceli yea <3 


Perşembe, Eylül 03, 2015

Her zaman çevirmen size küçük sürprizler hazırlar.-Singin' in the rain filminden

Çarşamba, Ağustos 26, 2015

aile meclisi (bi kız-bi çocuk-bi kız-bi kız)

  Gençler babamın yeni telefon almasıyla aile içi iletişimimiz yepyeni bir boyuta taşındı. Çünkü babam eski telefonunu kardeşime, kardeşim de eskisini anneme verdi. Buna göre annemle kardeşim arasında kaç yaş farkı skjfkdsf şaka şaka. Neyse yani herkesin internet kullanabildiği bir telefonu olmuş oldu. Bunun akabinde annemle babam whatsapp kullanmayı öğrendi. Sonra annem, babam ve Gizem olarak bir aile grubu oluşturduk. Pek mühim işler konuşuluyor. İşte annem yeni bir şey aldığında fotoğrafını atıyor, beğeniyoruz. Ya da bir yerden bir yere giderken indim , bindim , beni merak etmeyin muhabbeti yapıyoruz filan. Annemin ifade/smayl kullanma özgürlüğünü çok sevdiğini, babamın yerli yersiz konuşmaları kaçırmasına tepkilerinin komikliğini filan hep yeni öğrendim. Sosyal medya insanın çok farklı yüzünü çıkarıyor, bir kere daha tanık olduk :D 






yeni yaşamlar için ilk gün bir kasım



















Pazartesi, Ağustos 24, 2015

7 Numara Efsanesi


  Bu sıralar ofiste bolca vaktim oluyor sevgili okuyan. Friends'i , How i met 'i , Sex and the City'i hatta yer yer Seinfeld'i izliyordum. Bu hafta sonu tvde bir şeyler ararken keşke eski dizilerden çıksa diye düşündüm. Sonra internetten trt'nin efsane dizisi 7 numara'yı açtım. Gençler çok güzel olduğunu hatırlıyordum da bir oturuşta 8 tane arka arkaya izleyebileceğim kadar güzel olduğunu hatırlamıyordum. 9u açacakken dışarı çıkmam gerekti, eve gelince 9'a devam ettim o ayrı. 



  Pek görsel bulamadım düzgünce. Bende izlediğim bir bölümden tüm karakterlerin olduğu bir sahneyi paylaştım şimdi. Eskiden tabii en sevdiğin diziyi kapak fotoğrafı yapmak filan olmadığı için hiç öyle değişik dizi pozları vermemişler. Hep bölümlerden kareler vardı görsellerde de.


  O zamana göre çok iyi bir konuymuş. Her karakter üzerine ayrı ayrı düşünülmüş. Her biri ayrı dünyada başrol kesinlikle yok. Arka sokakların, cennet mahallelerinin 10 sezon yaptığı şu dönemde gerçekten bulunmaz nimetmiş. Hatta abartıp eğer Amerikan dizisi filan olsa fanatikleri olurmuş diye düşündüm. Bildiğim kadarıyla uyarlama bir dizi de değil. Kızlı erkekli yaşamalar filan aralarında saf sevgiler oluşması vesaire şimdiki kafaların çok çok üstündeymiş. 

Neyse izleyim, izletelim neşe dolalım canlarım. 

Perşembe, Temmuz 09, 2015

  Sana şeyden bahsetmiş miydim sevgili okuyan, modumun ya en yüksek ya en dip olduğundan. Sanırım bahsettim. Bazen hayatım o kadar mahvolmuş gibi hissediyorum ki anlatamam. Kocaman bir balon şişiriyorum diye düşünelim. Rengi çok güzel, parlıyo büyüdükçe büyüyor büyüdükçe daha mutlu oluyorum; sonra bir iğne gelip çıt dokunup kaçıyor. İşte aynen böyle hissediyorum. Yani tabii böyle zamanlarda kendime hatırlatıyorum, bak ne sorunlar var seninki hiç onların yanında vesaire. Ama zerre işe yaramıyor işine yarayan biri de var mı onu bilemiyorum benim kocaman güzel balonum patladı bir kere kalakalıyorum başında.

   Dün de bir iğne geldi ve ellerimde parlak güzel balonum patlak bir şekilde kaldım. Aslında her şey böyle değildi. Bu kadar vahim bir durum gerçekten değildi. Nasıl anlatsam bilemiyorum. Hisleri ile görünenler insanın gözü önünde çarpışır bazen. Yani hislerine inanmak istersin ama genel geçer kalıplar, gerçekler hislerinle alay eder. Genelde ben hislerimin peşinden giderim ki çok sonra doğru olduklarını öğrenirim. Ama o 'çok sonra' süre zarfında gerçekler beni işte ellerimde patlak balonla bırakır. Hislerimi bastırmasalar ne balonlarla dolacak ruhum. 

  Bunları düşünüp Kadıköy sahilden denize baktım, derin bir nefes aldım. Güneş batıyordu. İçimden çılgınlık yapıp Kadıköy'den Üsküdar'a mı yürüsem diye geçirdim. Gündüz olsa yapacaktım da havanın kararmasından çekindim. Ama bir şey zihnimi boşaltmamı istiyordu. Zihnimi boşlatmak için ya uzunca bir yolu yürürüm, ya da tatlı bir şeyler yerim. O saatten sonra yürümek pek mantıklı gelmediğinden tatlı yemeyi düşündüm. Gittim Beyaz Fırın'da koca bir tatlı bir de su söyledim. Beyaz Fırın'ın yol üzerinde açık oturma yerleri var. Kadıköy meydandan ara sokağa dalan herkes önünüzden geçiyor, o tarafa oturdum. Suyu şişede verdiler. İlla bir şey olacak ya bir türlü suyu açamadım. Bir öyle bir böyle deniyorum, bir tişörtümün ucuyla deniyorum yok. Tam o sırada o sokaktan geçmekte olan bir çocuk bana yaklaşıp 'can i open' dedi ve elini uzattı. Bir an anlamadım, yolunda yürürken benim çabalarımı görüp 'su açamayanlara dayanamayanlardan' biri olarak bana yardım etmek istemişti ya da bilemiyorum böyle anlarımda hep garip bir olay olur. Uzattım şişeyi 'thank you' diyerek. Çıt. Açtı bana uzattı ve yoluna devam etti. Saf yardım, düz bir iyilik tertemiz bir sevap point. O sırada bir rüzgar esti. Gerçekler durumu anlayıp sessiz sedasız masamdan rüzgarla birlikte uçtu gitti. Hislerim dibime oturdu ben de tatlımı yemeye koyuldum. 

Cumartesi, Temmuz 04, 2015

Size saygı duyuyoruz

  Geçen gün Özlem, Yiğit, Yusuf ben sahilde oturduk. Biraz sohbet muhabbet plansız güzel bi akşam geçirdik. Benim bu yaşa gelip hala hiç çiçek almadığım muhabbeti üzerine geyik döndürdük.-Evet ya bir dal parçası bile almadım sevgili okur, tamam erkekler sürekli çiçek almasın nımınışmış olmasın da 24üme girdim ulan- Neyse, sonra yine plansız bi şekilde Özlem 'bende kalsana, yastığın altına anahtar koyarız' dedi. Tabii hemen kabul ettim. Anahtar çünkü bu. Neyse yine sohbet muhabbet Özlem'e giderken yolda bir buket çiçek bir ağacın dibine bırakılmıştı. Hemen baktık, üzerinde kart var 'Size saygı duyuyoruz. Ahmet-Çiğdem Taşpınar'- İsimlerin tamamen uydurdum- yazıyordu. Hemen günün anlam ve önemi olan bak insanlar çiçek alıyor, ama önemli olan nitelikli çiçek almakta filan dedikten sonra; notun, çiçeğin bırakılışının, bu çiftin saygısının hikayesini filan yazdık kafamızda. 

   Özlem trajedi yazmak konusunda biraz saf temiz kız kalıyor benim yıllar boyunca izlenmiş entrika dizisi arşivimin yanında. Şey filan dedi galiba, işte saygı duyuyolarsa büyük biri, çiçeği alan annesi olabilir. Bir kaynananın nazik bir şekilde ağacın altına bir çiçeği sadece terk etmeyeceğini bildiğimden bence şey olabilir dedim: bir adam işten atılmış ama adamı kırmak istememişler böyle bir şey yapmışlar o da başlarım çiçeğinize demiş oraya bırakmış. Ya da .. Bir çift iznini almadan evlenmiş bu çiçeği alanın sizi iplemiyomuş gibi görünsek de aslında saygı duyuyoruz demek istiyo olabilir diye düşündüm. Tabii bilemicem doğrusunu Özlem de bilmiş olabilir. 

   Mesela o çiçeği bırakan denk gelse de bu yazıya şundan oldu filan yazsa ne değişikli olur demi?

 'Elimden düştü ayol, pis şeyi yerden almadım'-Anneymiş Özlem bilmiş-

Pazartesi, Haziran 22, 2015

   Günümüzde artık aşık olmak çok zor. Nerede eski aşklar aah şeklinde bir serzenişte bulunacak değilim. Ama aşk sokakta top oynarken gördüğün çocuğu bir daha görme isteğinden çok daha fazlası artık. İlk bakışta hoşlanma,etkilenme elbetteki eski hali gibi duruyor ancak hangimiz bir iki kere gördüğümüz adını dahi bilmediğimiz belki arkadaşları seslenirken duyduğumuz birini günlerce düşünüyor, onu görebilme hayalleri kuruyor ki artık? Materyalistleşti aşklar. Evet şuan ismini, mesleğini, nereli olduğunu, nerede okuduğunu, arkadaş çevresinin nasıl olduğunu vesaire kişiye göre değişen kriterlerden hangisini bilmeden birisine aşık olabiliyoruz? Yok. Artık bir arkadaşına birini anlatırken bile sorulan ilk şeyler bunlar. Ne okumuş? Ne zaman okulu bitiyo? -Bittiyse- Nerede çalışıyo? Nerede tanıştınız? Bir de aşık olma aşaması bununla da bitmiyor. Sosyal medya hesaplarından ekleniyor önce bir güzel stalklanıyor. Eski sevgilisinin şimdiki sevgilisine dahi bakılıyor, olaylar 3.göz olarak çözümleniyor tüm bu sonuçlarda sizin için bir eksi yoksa aşık olma evresi başlıyor.

   Başlıyor dedim çünkü hemen bir kere gördüğünüz çocuğa aşık olacak değilsiniz ya? Artık işler böyle yürümüyor. Önce konuşulması lazım, sosyal medya ortamından. Orada kullandığı ifadeler, popüler bir şakaya verdiği tepkiler, geç yazıp yazmama durumu, mesajı görüp hemen cevap veriyor mu yoksa gördüğü halde düşünüp mü cevap veriyor ya da o sırada başkasıyla da mı konuşuyor -hint kumaşı olabilir kendisi- bunların hepsi değerlendiriliyor, buluşma kararı veriliyor. Tabii o fikri de onun atması gerekiyor ki siz adım atmamış olun, bilmiyorum kız tarafı olmanın böyle bir kuralı var 'öldm cnm gl istrsn' dahi desen adım atan sen olup 1-0 geride başlıyor sanıyorsun. Yani ne bileyim öyle deniyor. 


   Bütün aşamalar gerçekleştirildikten sonra buluşma gerçekleşiyor. Elbetteki burada da kriterler var. Nereye gidiliyor, ne içiliyor, ne yeniyor, ne konuşuluyor, fazla mahcup mu oturuyor fazla rahat mı oturuyor ikisinin ortasıysa böyle buluşmaları çok mu yaşıyor, hesabı kim ödüyor, daha sonrasında bir yere gitmek istiyor mu istiyorsa nereye istiyor-bu noktada ev konusu açıyorsa direkt listeden düşüyor bu da genel ve net bir yargı asla değiştirilemez, teklif dahi edilemez- buluşma sonrası mesaj atıyor mu atıyorsa ne kadar zaman sonra atıyor.. Bunlar da sizin istediğiniz gibi gerçekleşiyorsa evet arkadaşlarınıza 'kızıığm aşık oldum' diyebilirsiniz. Sorulacak tüm sorulara cevabınız hazır, saatlerce anlatabilir, mesaj bekleyebilir, yeri gelirse trip atabilir, duyguların açıklanacağı günü beklemeye başlayabilirsiniz. 

   Oysa ki sosyal medya bir çok kişi eminim deneyimlemiştir bizi haksız çıkarır, farklı bambaşka gösterir. Aynı şekilde sizi canınızdan çok seven annelerinizin bile 'ok' yazdığı mesajların da gösterdiği gibi mesajlaşma da çok bir şey ifade etmez. İlk buluşmada da herkes kendisini  sizin ideal eşiniz gibi gösterebilir. Heyecanlı olduğu hep olacağı anlamına gelmediği gibi, garip davrandığı da hep garip olacağı anlamına gelmez. İnsanlık hali yani o gün ne yaşadığı bilinmez. Mesajı ne zaman attığı, atacağı inanın hiç ama hiç belirleyici değildir. Mantığınıza tamamen oturan insan da genelde sizi heyecanlandırmaya yetmez ne yazık ki. 

   Aşık olmak çok daha farklı olmalı halbuki. Görmelisin. Bir anda ona çekilmelisin. Bu kadar. Mantıklı ilişkilerin çit sınırları içerisindeyken o çekilme anını kaçıracağız diye üzülüyorum açıkçası. Kalbimiz hep olmasa da genelde mutluluğu getiriyor bence. Kolay mı koskoca sizi o çekip çeviriyor. Böyle durumlarda tek bir 'kızığğm aşık oldum' diyeceğiniz insan olmalı, o da kendiniz. 'kızıığm aşık oldun.' 

Pazartesi, Haziran 15, 2015

Orantısız Şans İvmesi

  Herkesin belli bir şans ivmesi var hayatta. 'şanslı biri' ya da 'şanssız biri' olursunuz olayların akışına göre. Ve bu göreceli filan da değildir bazı insanlar tavşan ayağıyla doğmuşlardır, bazıları da o gün doğmayacakmış da son anda tükürülmüş gibidir. Benim için sanırım bu durumun belli bir sabit grafiği yok ne yazıkki. Bir bakmışsın süper fevkalade şanslıyım, milyonda bir ihtimaller başıma geliyor. Bir bakmışsın ayarlasan bu kadar şanssızlık denk gelmez denir. 

Hayatımı olduğu kadar etkilediğine inandığım şans öyküm şöyledir; 

  Mimarlık okuyanlar bilir gereksiz zorlukta bir mukavemet belası vardır. Gereksiz diyorum çünkü kullanmıyorsun inan o formülü sınav anında kullanmadıysan ömrün boyunca hiç kullanmayacaksındır. Tabii belli bir statik bilgi gerekiyor ama o formüllerle değil. Neyse, kaldım ben bu dersten. Hem de 2 kere üst üste. Şans faktörüm dedi ki o anda bir el atmak lazım yoksa sittin sene geçemez bu. Ve o zamana kadar bütü olmayan okulda o yaz büt yapılmaya karar verildi. Biz tabii ana kampüsten uzak olduğumuzdan pek bilmiyoruz böyle değişiklikleri. Gerçi sadece ana kampüs değil derslerden filan da uzağız da oraya girmeyelim şimdi. Tesadüfen annem okulun sitesine bakarken(ki bunu neden yapıyordu bilmiyorum okul numaram bile yoktu kadının zevkleri arasında yönetmelik okumak, duyuruları takip etmek filan var) bana söyledi mukavemetin bütü açılmış diye. Dedim anne hiç bişey bilmiyorum. Notum filan da yok. Kopya çekecek arkadaş olmazsa hayatta yapamam yani ki öyle bile zor. Israr kıyamet gönderdi tabii beni. Ben hala 'iyi madem Eskişehir'e gitmiş olurum bu bahaneyle' kafasındayım. Gittim, baktım yok kimse. Kimsenin haberi yok. Yönetmelik okuma hobisi olan anne kazandı tabii. Hoca da kimse gelmez diye gelmemiş. Ben de çok çalışmışım gibi arattım hocayı 'öğrenci var sınav hakkı gelsin tabii' filan diyorum(allahım hangi akla hizmet sırf zararım) Neyse hoca geldi, ben baktım baktım bişey yok. Bilmiyorum. B i l m i y o r u m. 4 soru sormuş, ilk ikisine bi grafik çizdim 3.yü atladım 4.ye de formülü yazdım -ki hoca formülleri altta veriyo zaten alakalı gördüğümü sorunun altına yazdım-. Sonra verdim kağıdı, sınıfta bir ben bir hoca hemen okumak istedi zaten hemen okunacak kadardı. Baktı bi halt yok. Dedi ki 'kaç alman gerekiyo' dedim ki 'nasıl hesaplanıyo' dedi ki 'onu da mı bilmiyosun' dedim 'cık'. Hesapladı, hmm 48 lazım dedi sadece formül yazdığıma 20 filan verip tam 48 verdi. Seviniyorum baya. Annem çok gururlanacak hobisiyle. Sonuç açıklandı. Bir baktım hoca da yanlış hesaplamış 36 filan yetiyomuş 48le DC alıp geçmişim, bir de üstüne ortalamam yükseldi. İşte buna açık seçik B A L diyoruz. Hala mukavemet bilmiyorum, mimarlık yapıyorum. Oluyor yani.  

Dün de tam grafiğin eksiye düştüğü anı yaşadım o da böyledir;

   Uzun zamandır canım arkadaşım Bihter'i görmediğim için günübirlik bir sürpriz yapıp Bursa'ya gideyim dedim. Feribot zaten 2 saat sabahtan gider akşam dönerim 5-6 saat Bihter'le görüşmüş olurum oh süper iken planım, allahım bundaki hayır nee derken buldum kendimi. Sabah zaten gittim(sabah dediğim 12buçuk) feribot dolu. 2buçukta var sonra. İyi dedim ona alayım. Ona aldım, o sırada da Taksimde vakit öldürdüm buraya kadar her şey normal. Sonra bindim, gittim filan. Dedim ki dönüşü de alayım ki garanti olsun. Tam bilet alacağım, kız dedi ki bu saatten sonra hiç yer yok. Boş bulundum kıza 'ee ben nasıl döncem' dedim. Kız güldü ve adım kadar eminim içinden 'umrumda değil' dedi. Neyse hemen otobüs firması bulduk. Kız dedi en fazla 3buçuk saat yol. İyi dedim sonuçta uyurum, müzik filan geçer. 8buçuğa aldım bileti. Bihter'le gezdik takıldık filan. Sonra 1 saat kadar otogara gitmek sürdü zaten. Yani toplamda 3 saat filan vakit geçirebildik. Bindim otobüse zaten nefret ederim koridor tarafı. Uyusan uyunmaz bacak bacak üstüne atsan muavine çarpar. Bildiğin şehirlerarası yolda trafik vardı. Pazar günü ya milleti tutamamışız. Hiç hareket etmiyoruz. Şoför sigara içmeye arabadan iniyo filan. Sonra feribota aktarma yapılıyo Yalova'dan. Oraya geldik aman allahım nasıl bir sıra. Orada da herkes indi arabalardan otobüstekilerle kanka olacak kıvama geldik boşluktan. Neyse bir şekilde feribota da bindik. Gebze'de duruyor feribot. Gebze Dudullu arası normal insan koşullarında en fazla 1 saat. Arkadaşlar abartmıyorum tam 2buçuk saat sürdü. Kaza olmuş yollar kapanmış vesaireler... Bir ara saate baktım 1buçuk gibiydi. Aynen şöyle düşündüğümü hatırlıyorum 'neden böyle bişey oldu, ölsem mi acaba şuan'. Berbat bişey trafiğin durması, yanınızdakilerin panikli soruları, 3buçuk saatlik yolu kaç saatte tamamlayacağını bilememek... Dedim bu yolculuk hiç bitmeyecek herhalde. Yolculuk boşluğuna savrulacağım. En sonunda eve geldiğimde ölüyordum ve saat 03.15 idi. İşin en kötü yanı 8buçuk feribotuna binsem 10buçukta evde olacağımdı ki bunu aklıma geldiği an unutmaya çalıştım. Bihter mesaj attı. Vardığında haber vermedin diye. Ben de içimden dedim 'gülüğm gülüğm haber vermek dediğin nedir ben seni 3 saat görebilmek için 8 saat yola katlanmışım.' Dışımdan da 'biraz geç vardık ya ciciş uyumuşsundur diye yazmadım' dedim.

Salı, Mayıs 26, 2015

İstanbul'a taşınmanın büyüsü

"

Dünyanın en mantıklı yeri olabilir burası. küçük ama işlevli olan şey nedir derseniz, tam olarak "istisna tatlar" derim.
Biraz önce burada kahvaltı yaptım. tamam servisi biraz fazla beklediğim doğrudur ama bir sürü insan kahvaltı bekliyor, mutfakta tek abla ancak yetişiyor. dünyanın en mantıklı tabağı geldi ve tam istediğim gibiydi: sade omlet, beyaz peynir, domates, salatalık ve zeytin. çok da güzel bir çay içip bunlara 10 tele ödedim. sigara içmeyen insanım zaten olm, kahvaltı hazırlamayı da günahım kadar sevmem. 10 lirayı saçma sapan sigaraya vereceğine gel doğru düzgün kahvaltı yap.

Neyse şimdi bağzı şarkılardaki "hidden track" gibi, burada da hidden entry'ye geçelim.

istisna tatlar: biraz önce mutluluktan ağladığım yer.

Henüz bunu söylemek için epey erken, ama bugünüm aşırı tatlı başladı. erken bir saatte kendiliğimden ve uykumu almış bir halde uyandım ki bu kişisel tarihimde çok enderdir. kalktım duş aldım ki beş günlük kesintiden sonra alınan her duş bir fenafillahtır. sonra baktım canım yumurta istiyor ki aslında sabahları ölümüne iştahsız bir insanımdır. kalktım oraya gittim.

Moda caddesi'ne bakarak oturuyorum. olm ben burada oturuyorum lan? evim burada, ofisim şurada. ben ciddi ciddi burada oturuyorum, buraya bakıyorum, bu insanları görüyorum. çok güzel değil mi abi?

Param ve sevgilim yok, iki konuda da pek başarılı olamadım. ama istanbul'un en sevdiğim yerinde yaşayıp, çocukluğumdan beri hayalini kurduğum mesleği yapıyorum. gününü çocukluğumdan beri beklediğim ofisi açtım, "boş boş" da olsa onun içinde oturuyorum. akşam buradan çıkıp eşim dostumla bişeyler içiyorum, hepsini de çok seviyorum, yok çok yorgunsam eve gidip yayılıyorum. "benim evim" orası, ev kira ama yuva benim.

Ya bu çok güzel değil mi of. ölücem galiba.

Dün de çok uzun zamandan sonra üst üste türkü dinleyip babama şükretmiştim, iyi ki beni bunlara alıştırmış diye. akşam annemle yeğenimin fotoğrafına bakıp ağlıyordum neredeyse, güzelliklerinden.

Şimdi de oturmuş sabah yumurta yedim diye ağlıyorum.

Bütün bunlar bayağı iyi değil mi? kitap okuyorsun lan, dünyadan sartre, asimov, marquez, saramago diye muhtelif adamlar geçmiş ve sen onları okuyorsun. adam belki senin okuyacağını bilse yazarlığı bırakacak, ama sen utanmadan, haklarında yorum yapabiliyorsun. oha hayata bak. film izliyorsun filan, boyuna bakmadan "john turturro'yu istemeye gidek mi" diye tweet atabiliyorsun. öeh. napıyoruz acaba ya?

Arkadaşlar hayat çok güzel bişey. skmişim parasını sevgilisini. bayağı güzel.


"

Yazı şuradan tatlı bir alıntıdır. İçimi okumuştur. Hiç bozulmasındır. 

Cumartesi, Mayıs 16, 2015

Salı, Mayıs 12, 2015

Hepsini görüyordu komik geliyordu yine de doğruydu olsundu iç mi dış mıydı?


Perşembe, Nisan 09, 2015

Bütün sabahçı 320A sakinlerini bir gün toplayacağım

   Her sabah işe giderken 320A hatlı otobüse biniyorum sevgili okur. Her akşam iş çıkışı da eve gideceksem yine 320A. Sabah bindiğim durak 2.durak ama bazen kafama eserse ilk durağa da yürüyorum öyle yakın yani. Her sabah o günlük o hattı kullanan kişiler dışında hep aynı insanlarla ortalama 40 dakikalık yolculuk yapıyorum. Uykumu alamayıp gözümün kapanmadığı sabahlar dışında herkesle içten selamlaşıyorum. Sabahları insanlar hakkında öğrenebileceğiniz çok şey oluyor. Mesela dün gece çocuğu hiç uyumamış kadın işe giderken birilerini arayıp dert yanıyor, akıl danışıyor. Ya da dinlediği müzikleri az çok kulağından taşan çocuk hakkında fikirlerim beliriveriyor. Akşam otobüse binmezse mesaiye kalmıştır diye düşünüyorum. Kimin hangi durakta ineceğini gayri ihtiyari biliyorsun, o durağa yaklaşınca yer veriyorsun mesela. 

   Özellikle bir çocuk var benden sonra indiği için ne kadar uzun yolculuk yapıyor bilmiyorum ama genelde akşamları da denk geliyoruz. Çocuğa Sheldon ismini taktım. Çünkü dublörü olacak kadar çok benziyor Big Bang Theory'deki Sheldon'a. Gerçi geçen sıra beklerken fark ettim biraz kambur duruyordu boyu da biraz kısaydı ama profil kesinlikle Sheldon. Yol boyunca uyuyor genelde sabahları, gözlerini açınca belki benzemiyordur, bilemiyorum.

   Sarışın bir kız var bir de baya sarı saçları doğal değil galiba. Yaz kış bere-güneş gözlüğü kombinasyonuyla aramıza katılıyor. Genelde ineceği durağa kadar uzanır vaziyette koltuğa gömülürcesine oturuyor. Teyzelerin kaldırma ihtimaline karşı ters,cam kenarında ve en sonda oturmayı tercih ediyor. Bu koltuk benim de tercih sebebim de oradan biliyorum. O benden erken gelirse onun yanına, geç gelirse de ben oraya oturuyorum. Sıra arkadaşım gibi bişey. 

   Binnur'a benzeyen bir kız var. Makyajına, stiline kadar aynı Binnur. Kötü bir huyu var ama yanına oturanların mesajlarına göz gezdirmeyi çok seviyor. Çaktırmadığını düşünüyor ama ben görüyorum,onun yanına oturmuyorum :D

   Bir de hala kime benzettiğimi bulamadığım beyaz yaka olduğunu tahmin ettiğim takım elbiseli bir adam. Onun hangi durakta ineceği belli olmuyor bazı günler fırına filan uğradığını düşünüyorum. 

   Bu kadar çok hakkında fikir sahibi olduğum, her sabah arkadaşlarımdan bile sık gördüğüm insanları bir gün bir yerde toplamak istiyorum. Soracağım o zaman Sheldon'a hangi durakta indiğini ve geceleri neden bu kadar geç yattığını; sarışın kızın kesin zor bir hayatı var bohem filan o anlatsın dinleyeceğim, Binnur'un dublörüyle de iyi anlaşacağımı düşünüyorum kahveye filan gideriz birbirimize zaten evler de yakın. 

    Filmlerde filan olsa kesin bir olay olur ve konuşup kaynaşmamız gerekir ama yok her sabah görüyoruz, tanıyoruz, acaba nasıl insanlar diye merak etmiyoruz- ben ediyorum-. En çok anlaşacağımız insanın belki yanımızdan geçip gidiyor olma ihtimali beni hep sinir etmiştir zaten. Tanıştıklarımızla yetinmek zorunda kalmalıyız hep. Hatta doğru yerde tanımak bile önemli. Öylesine tanıştığın ve bir daha konuşamadığın insanlara ne oluyor, hayatından bir bölümlük konuk oyuncu gibi çıkıp gidiyor. Sanırım insan tanıma konusunda aç gözlüyüm biraz. Daha çok insan, hep daha yeni insan..

Cuma, Nisan 03, 2015

Balık ekmeğin verdiği mutluluk

  Genelde yeni şeyler yapacağım zamanlar heyecan duyarım, içim içime sığmaz. Ama sanırım bu sefer daha da heyecanlandım. Kötümsü bir hafta geçirmiş olmam da bunda etken sanırım. -ki size anlatsam yaa saçmalama bunlarda bir şey yok ki dersiniz,anlattım dediler çünkü oradan biliyorum- Kafası rahat, kahve fallarında gönlü hiç kabarmayan biriyim. Ama bu bir hafta boyunca kendimi yedim durdum. Böyleyim çünkü. En ufak şeylerden mutlu olabildiğim gibi en ufak şeyden derin kederler duyabilirim. Özellikle de farklı noktalara çekebilirsem o konuyu gam, yas, hayatın bitmişliği hep etrafımda gezinir. Uçlarda yaşıyorum duygularımı. Ya çok çok iyiyim, ya dünyadaki en kötü insanım. Bu dönemde başkalarına bakıp 'bak ne dertler var' asla işe yaramaz bünyeme. Ancak beni silkeleyecek bir şey olması lazım. Beni güldürmesi, mutlu etmesi gereken yine bana olan bir şey. Kederli günlerin dışında ota boka mutluyum zaten. Günlere göre duygu grafiğim olsa kalp atışları gibi bi en dip bi en top olur, öyle diyeyim. 
Dolayısıyla bu hafta sonu Eskişehir'e gidecek olmam daha da bir önem kazandı. 

   Bir de rutinim var şehir dışına çıkarken. Üsküdar'dan servis bekleme yerinin çok yakınında balıkçıdan mutlaka aldığım bir balık ekmek. Her seferinde otobüs beklerken o balık ekmeği yiyip öyle yola çıkıyorum. Bugün o balık ekmek için bile heyecanlandım sabah. Bu arada otobüs beklediğim yer normalde evime çok yakın her allahın günü yiyebilirim yani. Ama özellikle oradan yemiyorum. Yedikten sonra otobüse binicem illa ki. 
  
   Neyse, çok çok güzel bir Eskişehir hafta sonu olmasa bile heyecanlıyım ve sanırım biraz başka bir hava solumaya ihtiyacım var. Çünkü siz benim kederli halimin düşünceleriyle yaşayamazsınız. O kadar ince detaylar, saçma noktalar, taa geçmişten gelen abidik gubidik meseleler peşpeşe sıralanıyor ki bazen kendi kendime durup 'bu ne alaka ya şimdi nereden aklıma geldi' diye sinir olurum. 

  Aslında bilen bilir sonsuz bir sabrım vardır. Ama gerçekleşeceğini büyük oranda bildiğim şeyler için. Gerçekleşmesi muallakta olanlarsa yandı; acilen, katiyen, büyük bir hızla gerçekleşmesi gerekir yoksa her şey için çok geç olabilir durumunda düşünürüm. Ve sanırım bu sıra en büyük sorunum da bu. Gerçekleşme ihtimalini kestiremediğim şeyler istemeye başladım hayattan. Ve bir an önce bana bir sinyal verilse ya da ihtimali yükseltilse iyi olur. Yoksa her hafta sonu bir yere kaçmam ve fazla balık ekmek yemekten zehirlenmem işten bile değil.

Perşembe, Mart 26, 2015

Yıllara göre klasörler


   Demin fotoğrafları karıştırırken bunu buldum. Bir gülme tuttu. Sonra hatırladım ev arkadaşlığı böyle bir şeydi. Kim gelirse gelsin karşılıklı birbirine odaklanmaktı, güzeldi. En azından bizimki öyleydi. Bahri Girgin evimiz çok ayrı bir güzeldi. Yıl 2010 klasörümden çıktı. -Fotoğrafları yıllara göre klasörlemek gibi bir alışkanlığım var- Tam 5 sene. Ev arkadaşım artık ev arkadaşım değil ama şimdi bile çekirdek olsa da karşılıklı otursak dedirtir, bir tanedir.



    Burada da yıl 2011. Fotoğrafı kim çekti bilmiyorum. Elimde kapaklı canım güzel telefonum var. -Sonradan ortadan ikiye ayrılacak beni üzüntüden mahvedecekti- Yerde iskambil kartları var galiba batak oynamışız. Özlem olabilir fotoğrafı çeken. Bir olaylar var yine belli ki. Binnur onaylamamış. 


     Büyük bir coşkuyla -nedense- 2012'ye giriyor Bahri Girgin Malikanesi. Bir sene boyunca da silmedik o camları ama güzeldi. Pasaklılığımız da güzeldi. Sanki ömrümün sonuna kadar orada yaşarmışız gibime geldi.

**

    Tabii sanılmasın tek başıma kaldığım evi, kardeşimle kaldığım evi özellikle de apart günlerini unutuyorum. Mesela apartta kalmak da efsaneydi. Birbirinizi tanıma evresi birazcık geçtikten sonra apartta güzel bi sofra kurmaya gelir sıra. Kim neyi ne kadar içebiliyo, sonrasında nasıl oluyo, itiraflar filan.. Şöyle bir anı var 2010'un başlarına ait:


Şarap açamamak, tirbuşonu olmamak


Denemekten helak olmak


Bak köşede hala denemek


Vee final. Alkışlamış bile olabiliriz.

Bu arada sürekli fotoğraf çekip bir yardım etmediğim için de utandım şuan gençler :/