;

Çarşamba, Şubat 27, 2013

  
   Bak tek bir fotoğraftan beğendiğim şeyleri anlatıcam. Aslında bu fotoğrafı o linkten bu linke geçerken tesadüfen gördüm. Önce gözlüklere, sonra dudaklara, sonra da köprücük kemiklerine bakarken yakaladım kendimi. Bu fotoğraf blogda olmalı diyerek bu yazıyı yazıyorum. 

   Şöyle gözlük bir yakışsa bana. Aslına bakarsan burada da cuk oturduğu söylenemez ama o takınca böyle görünür ben takınca gözü yüzünden büyük kara sinek gibi. (Sineklere sen de bu kadar yakından bakmış ve bu durumu fark etmiş olmalısın)

  Bir kaç fotoğrafta denk geldi de öpücük atmak gülmek gibi bir ağız eylemi değil. Bak aynanın karşısına geç öpücük atma pozisyonunu al, mutlaka o dudak üstü yaşlı nine dudağı buruşmasına uğruyor. Bunu bildiğimden öpücük atmamaya çalışırım fotoğraflarda, lanet olsun ki burada o da kusursuz. Acaba üst kısımları büzmeyi mi abartıyorum, bilemiyorum daha fazla çalışmalıyım galiba. 

  Son olarak da kirpiklerden sonra bir kadının en güzel özelliği köprücük kemiklerinin belli ve düzgün olmasıdır bence. Nasıl kirpikler daha dolgun, belirgin olsun diye rimel kullanıyorsam, köprücük kemiklerim belli olsun diye zayıflıyorum. Gerçekten. Köprücük kemiklerim çok da belirgin değilse zayıflamam gerektiğini anlarım. Önemli çünkü. Hatta yıllardır bu huyum beni terk etmediğinden ötürü dövme yaptırırsam köprücük kemiğimin altına olacak.  

Zaman bok gibi bişeydir

  Klasik cümleler vardır zamanla ilgili.  
Zamanla her şey düzelecek inan..
Zamanla birbirimizi tanıyacağız..
Zaman gösterecek artık onu da..
Hele bi zamanı gelsin bakarız..
Azıcık sabredip zamana bıraksan.. falan filan

  İçinde zaman geçmeyip zamana bırakılanlar daha feci
Bir deneyelim memnun kalırsak para konuşuruz..
Malesef şuan müsait değiliz..
Bir kaç dakika bekleyin sizi operatöre bağlıyorum rırırırı..
vesaire vesaire...

 İnsanın içini kemiren başka bir şey daha bilmiyorum. Saatin kendisi çıldırtmak amacıyla yapılmış bir nesne zaten. Dijital saatten başka saat kullanamam ben ama o akreple yelkovan alay ediyor herkesle. Tık tık sesi, akrebin gıdım gıdım hareketi hepsi daha vakit var bekle psikolojisi veriyor. 

  Sabırsız değilimdir genel olarak ama istediklerinin senin elinde olmayan zaman dilimlerine bırakılmasının nesi güzel? İstediklerini o anlarda gerçekleştirebilsen nolur? Hiç bana o zaman kıymetini daha iyi anlıyosun bıdı bıdısı yapma. Avunman bu senin biliyorsun. Bir de zamanın getirdiklerinin boşa çıkma ihtimali var. Alsın duvardan duvara çarpsın seni hayat daha iyi. Azıcık acır, geçer. Zaman yolculuğu meselesi ondan heyecan verici, düşüncesi bile soluk kesici dostum.


  Ben zaten ondan her yere geç kalıyorum, zamana inat diye de kılıf bulayım ki gecikmelerin havalı dursun :D Şaka maka azıcık Carpediem be şekerim. 

Eskişehirli..

hemde bunların hepsini aynı gün yaşar.

Salı, Şubat 26, 2013

gidiyorsun demek...
şunu iyi bil kızım
ben elimi sallasam...
ben elimi sallasam,
küçük bir rüzgardan
başka hiçbir şey olmaz.
ben elimi sallasam,
saçlarına takılır.
ben elimi sallasam...
ancak sen giderken
arkandan sallarım.
güle güle demek için.
güle güle...

                                   Yiğit Özgür (canım ya) 

Şoför, muavin ve ben

   Bayram zamanı şöyle bir tivit atmıştım 'kız şehirlerarası otobüste şoförün yanına oturmuş bayram yoğunluğu bu olsa gerek:/'. Senin ne haddine öyle ağız burun bükmek? Aynısı başıma geldi dostlar. Hemde bayram filan da değildi, bu pazar günü. 

  Her zamanki gibi otobüsün kalkmasından 5 dakika önce oyalana oyalana çıkmıştım. Babam bir sürü söylendi tabi adamcağız bıkmış hep bir yerlere yetişme adrenalinimden. Yine söylendi, yine geç çıktım, yer ayırttırdım diye rahatım. Tam otogara girecekken benim yer ayırttırdığım otobüs çıkıyo, babamla öndeki aracı takip et'ciliğe başladık. Ama adam onca selektöre rağmen durmadı. Bizde o şekilde peşinden Bozüyük'e yarım kala geldik. Ben babama gel sana çay demlerim dediysem de ikna edemedim Eskişehir'e gitmeye. Sonra ismailayaz var birde aktarma yapıyor Bilecik'ten. Aradık, yoldan alsın beni diye. İsmailayazın diğer servisi de geldi. Orada da iki kişinin bileti yokmuş benim gibi.

   Otobüs gelince ben 'biletim yok da nereye oturayım' dedim. Muavin de 'yer yok biletsize' deme gafletinde bulundu. Başladım o an (babam zaten kızmış iyice suratıma bakmaz adam:D ) 'yer ayırttırdım ben de ne biçim iş yapıyosunuz da madem başka arabayı beklerdim de' bir sürü laf söyledim. Diğer iki biletsiz susuyorlar. Muavinle servis şoförü aralarında konuştu, babamın kalıplı yapısının da etkisi olduğunu düşünüyorum, 'tamam hanfendi buyrun siz' dedi. Diğer ikisi kaldı bir sonraki otobüse. Ama otobüse girince muavin 'Bozüyük'e kadar hostes koltuğunda gider misiniz?' deyince gerçekten yer olmadığını fark ettim. Olur dedim mecburen. Bir iki dakika sonraki görüntü bıyıklı şoför- aradaki basamakta oturan gözlüklü muavin- montunu bile çıkartamamış ben. Gülmek geldi içimden gülemedim. Bir de hostes koltuğu normale göre baya dikmiş, dimdik oturdum öyle. Muavinin 'çay, kahve ister misiniz?' sorusuna hayır demek zorunda kaldım kaportanın üzerine bardak koyamam diye. Bir ara mp3'ümü taktım kulağıma, şoförle muavin hemen aralarında konuştu, 'yer ayırttırmış hanfendi ne yapalım' diyo biri, 'hep bu adamların suçu doğru düzgün yer olup olmadığını söylemiyorlar insanlara' diyo öteki. 

   Yine de iyi adamlar, ama hostes koltuğu çok rahatsız sırf bunun için 5 dakika daha erken çıkabilirim babacım.
  

Çikolata aşkı

  Makul sebeplerden ötürü pastacılık kursunu yazamadım, özürlerimi iletip hemen görsel anlatıma geçiyorum :) Ne yazık ki iş yerinin ona oyunundan dolayı Didem gelemedi ama apart zamanlarından eski bir arkadaşımla karşılaştım orada. 

Öncelikle ilk geldiğimizde herkesin önünde bu kap ve malzemeler vardı, azıcık bir çikolata geçmişi ve övgülerden sonra tek bir ocakta 200 gram kadar çikolatamız Ben-Mari usülü(yeni öğrendim hemen kullanmalıydım) ile eritilmeye başladığında bizde eldivenlerimizi, önlüklerimizi taktık. Daha sonra eldiven neymiş diyerek ellerimizle çikolatalara Türk kadınının hamur açma edasıyla giriştik. Çikolata kalıplarımız özel getirtilmişti, Eskişehir'de yok mesela öyle saf çikolata satan yer. Allaahımmm ne güzel çikolataydı o. Ben çikolata sevmem'cilerin avcudunun içini yalatırdı. 








    Keşke kamera 100 piksel olsaydı da şu çikolatanın kıvamını görebilseydin 'işte tam şu kıvamda olmalı' derken kaşığı havaya kaldırma evresinde hop diye tutacaktım havada (evet BİTTER kardeşim bitter güzelin ötesindedir.)

  Geçenlerde de yazdığım Truffle( Trüf diye okunuyormuş) yapımına başladık. Küçücük kalıplarımız vardı. Yaptığımız çikolata o kadar ısıya dayanıksızdı ki ellerimizin ısısında bile akıp gidiyordu. O yüzden hızlıca yuvarlak küçük toplar yapıp kakaoya batırmak gerekiyordu. O hızlıca yuvarlama anını nasıl anlatırım bilmiyorum ama milletin aceleyle ellerinden çikolatalar aka aka yuvarlama işlemini yapması o kadar komikti ki bir süre sonra herkes top yapmayı bırakıp kapları sıyıra sıyıra yedi. Aslında son evresini de çekecektim ama yedikten sonra aklıma geldi. Çok güzel oldu diye hayal et işte sen :D

                                  Bunlar da sıyırma evresi.

Çarşamba, Şubat 20, 2013

Pastacılık oynayacağız

  Bundan 2 ay önce filan Tuğba, Didem, ben öyle havadan sudan konuşurken dedik ki 'Son senemiz birlikte, neden bir şeyler yapmayalım, neden ot gibi yaşayalım, neden şu neden bu..??'. Ve antispor insanlar olarak en az yoracak, masrafsız PASTACILIK KURSUna gitmeye karar verdik. Ve o gün geldi çattı. Aradım ben kursu. Normal fiyatını sordum, saatleri sordum. Bir de neler yapılacak diye merak ettim. Aramızda şu konuşma geçti:

Kadın:'İlk hafta çikolata yapılacak.' 
Ben: Hıhı (ONAAAYY)
Kadın:Sonraki hafta TRUFFLE. 
Ben: Evet. Çok severim. (HİÇ BİLMEMEK)
Kadın: Son iki hafta da  yeni moda renkli cup kekler var ya onlardan yapılacak.
Ben: Peki. Görüşmek üzere. 

  Çok değil konuşmadan 2-3 gün sonra Didem'le kursa yazıldık. Tuğba'nın annesi geldi, parası zorlayacaktı o yazılamadı. Orada da yaptıklarımızı yiyebilecek miyiz diye sorduk. Güldüler. Yiyebilirsiniz dediler. Truffle'yi orada da biliyormuş gibi yaptık ama sonra araştırdım ben. Bu cumartesi ilk derse gideceğiz. En çok istediğimiz şey aşçı şapkası vermeleri. Bu kadar ilgiliyiz konuya. Ama çok güzel şeyler çıkacak hepimiz afiyetle yiyeceğiz diye düşünüyorum ben. :) Hatta Tuğba'yla Bihter'e de yapacağız. 'Ahh cicişler ne tatlısınız hahaha' diyecekler. 



Salı, Şubat 19, 2013

Bu gece de dua edip uyuyoruz anne


How I Met Your Mother izlerken fark ettim ki anneyi o kadar da merak etmiyorum. Mesela bu haftaki bölümde Lily'nin itirafları, Barney'nin çıldırması da beni mutlu etti. 'Off ya anne ne zaman açıklancak' gibi yorumları görünce bunu hiç düşünmediğimi daha çok anlıyorum. Çünkü hali hazırda 8 sezonu çıkmış dizinin bir 8ini hatta abartmazlarsa(konu bulmak da bknz:yaprak dökümü) bir 18ini bile izlerim gibi geliyor. Hatta kardeşim geçenlerde 'neden anne açıklanınca bitsin ki? Daha onların evlenmelerine kadar giden süreç varrr' dedi. Derken bile heyecanlandı, heyecanlandırdı kerata:D  En başından beri sanki benim dışarıdan bir yerden tanıştığım arkadaşım gibiler çünkü. Aynı şey Friends'de de olmuştu mesela. Birini ya da ikisini de izlemediysen başla, her ikisini de izledim diyorsan gel gel bir öpeyim.  

Bir de bu tarz olmayan, kesinlikle arkadaş gibi hissettirmeyen ama onlar gibi düşünmeye başlatan PRISON BREAK var. Noluur onu da izleyin, çok sevin. 

Dönemin başladığının habercisi ilk ödev zamanı


 Uzun bir aradan sonra geri dönme sinyalleri veren Teoman döndü...

Hoş olmuş bence. Demi? 

Pazartesi, Şubat 11, 2013

Bitmek bilmeyen ergenlik aşkı

    Demin rasgele bir programdan ergenlik aşkım olan ve sırf onu görebilmek için Merve'yle perşembe gecelerini kapattığımız Nejat İşler'in bir kitapçı dükkanı/barı olduğunu öğrendim. Hemen Merve'ye haber verdim. 'Yaa salak! Çok cool.' cevabını aldım. Ve Beyoğlu'ndaki Tezgah isimli cafeye en yakın zamanda gitmeye karar verdik, ne kararı and içtik! Araştırdım tabi hemen, ne övgüler ne övgüleer... 


nejat işlerin hem barının hem de kitapçısının adı. üst kat kitapçı aslında sahaf demek daha doğru olacak. alt kat bar. ara cafenin olduğu sokağa girin ara cafeye değil de soldan devam edin evet o kırmızı kapılı bar.
nejat işlerin kendi barında kendisinin servisini yaptığı, hesabı aldığı, yeri geldiğinde boşları topladığı barıdır. (her zaman orda durmuyo tabi genelde gece geç vakitlerde)
küçüktür, güzeldir, hoş mekandır.
gidilesi, içilesi, sakinliği sevenlere yakışır bir yerdir.
gündüz cafe modunda hafif rock çalarak devam eder, yemekleri ucuz ve oldukça büyük porsiyonlara sahiptir. hafta içi iş çıkışı takılmalık, haftasonu ise sabahlamalık mekandır.
aşçısı dünyanın en orijinal adamlarından biri olan mekan.
ilyas usta, tavukla alakalı her yemeği şahane yapar. makarna mı? ondan sorulur! penneymiş fettuciniymiş her türlü amına bile kor. ama yemeklerine asıl tadını veren şüphesiz ki yemekleri yaparken ettiği küfürlerdir. bir domatesi keserken "amına koyduumun domatesi" diye başladıysa kesmeye o domatesin tadı bir farklı olur. lezzetin sırrını böyle açıklayabiliriz. ayrıca müzik zevki olarak pek çok yeni yetmeden (buna ben de dahilim) çok daha donanımlıdır. kendisinin kafasına bir kurukafalı bandana takıp yemekteyiz programına çıkarma niyetimiz var. ama program sansürden dolayı hiç duyulmaz. "tarkan bey şimdi amınıza koyacam ha yapıyoruz işte yemek ne karışıyon yarram?!" gibi şeyler söyler çünkü, eminim.


tarzı bir sürü şey okudum. Haa, birde
Kampanyasını yediğim : Bugün 18:30 - 22:30 arası sınırsız fıçı bira + tavuk schnitzel: 30TL
Bunu daha çok yediğim: Bu akşam 18:59-22:59 arası, menümüzde sınırsız şarap ve peynir tabağı var.
Tezgâh civarında olup, hep birlikte neşeleneceklere duyurulur.
tarzı duyurulara denk gelince delirdim kelimenin tam anlamıyla. Nejat'tan fazla mekanı merak etmeye başladım. Zaten yukarıyı siz okuyamayın da benim kendi deneyimlerimi okuyun diye küçük yayınladım. Kesin gidilcek yani (nolur noluur). Hatta denilen gibi bir yerse bir kaç gün unutabilirler Merve'yle beni orada. Düşünsene sabah kitap okuma, öhöm öhöm, hırış(sayfa çevirme sesi bu) modundasın; akşam olunca gelsin biralar, hafif rock müzikler, kahkahası sessiz ve içten tipler, Nejat gelsin fıstık kabını tazelesin. Çıkanı vururlar artık bence. Çok hayal kurmayayım da olsun.
Selam canım, naber?

Pazar, Şubat 10, 2013

Benim için Kahve Dünyası > Starbucks


  Peki neden dersen? Basitçe içim zevki diyebilirim.Tahmin ettiğin gibi 'emperyalist oyunları hep bunlar vıdı vıdı' değil. Kahve ile o kadar haşır neşir oluşumdan yola çıkarsam kahveden anladığımı söyleyebilirim. Şekersiz, şekerli, aromalı, soğuk, sıcak her türlü kahveyi zamanına göre severim. Ama şöyle porselen bardaktan, göze hitap eden halini görerek ve kokusunu içime çekerek içmek varken neden plastik bir kaptan içeyim ki? Elim yanmasın diye o kartonu denk getirmeye çalışayım ki? İlk içişte 'huup' diye dilimin yanmasına her defasında sinirleneyim ki? Yanında güler yüzlü esnafın sürprizleri gibi çikolata, krema, atıştırmalık herhangi bir şeyle keyiflenmeyeyim ki? Anlamıyorum seni starbucks'çı. Şuna bir bak: 
Ne var sence içinde bunun?


                                          Kahve Dünyası' nı ise Eskişehir için onun tadında bir yer olduğu için örnek verdim. Ama demek istediğim şöyle bir görüntü: 


  Eski kafalı mıyım nedir, bilemicem. Ama 'hadi starbucks'da bir şeyler içelim' yerine 'gidip bir yerlerde kahve içelim' cümlesini tercih ediyorum sadece. 

Cumartesi, Şubat 09, 2013

öyle bir ağlasam,
öyle bir ağlasam ki çocuklar
size hiç gözyaşı kalmasa
öyle bir aç kalsam,
öyle bir aç kalsam ki çocuklar
size hiç açlık kalmasa
öyle bir ölsem,
öyle bir ölsem ki çocuklar
size hiç ölüm kalmasa...


Aziz Nesin

Erdil Yaşaroğlu'na gülenler

   Ben onlardanım cicim. Bak bir de bunları kupa için yapmış. Çok canım çekti almak da alamadım:/ Belki sen alırsın. 







En çok buna güldüm bana alırsan bundan al şekerim :)


Kıyamaam

Var bende hala radyo, üzülmeyin sizz

Bana dokunmayan bin yıl yaşasın mantığının zararları

   Kadın, adam ve küçük çocukları tatil için Türkiye' yi seçmişlerdi. Gidenlerden duymuşlardı ki bir çok doğal güzelliği ve çok lezzetli yemekleri vardı. Ve bulundukları yerin aksine insanlar çok yardım severdi. Daha önce başka ülkelere de gitmişlerdi ama Türkiye' yi çok merak ediyorlardı, heyecanlanmışlardı. Son zamanlarda biraz tutucu bir ülke olduğunu duymuşlardı haberlerden ama her ülkede tutucu insanlar vardı. Türk Hava Yolları ile gideceklerdi. Firmanın ve servislerinin çok iyi olduğunu duymuş, çalışanların güler yüzlü olmalarını dilemişlerdi. Çocukları Türkiye' yi ilk defa görecekti. İlk izlenimi çok önemliydi. Kadın çok güzel anılarla ayrılmalarını istemişti, onun için de ilk izlenim önemliydi. Üçüde ilk nasıl görürlerse, nelerle karşılaşırlarsa Türkiye' yi öyle hatırlayacaklarını biliyorlardı. Büyük bir heyecan içinde uçağa girdiler. Gerçekten güler yüz vardı, güzel olması özellikle seçilmiş görevliler vardı ancak bir sorun vardı. Manzara hayli tutucuydu. Galiba Türkiye dedikleri kadar vardı. 

THY'nin yeni kıyafetleri böyle imiş. İçimden 'Öhh' diyerek, yukarıdaki gibi bir sahneyi hayal etmeye çalıştım. (Fes mi var kafalarında allahımmm!) 

Perşembe, Şubat 07, 2013

  Bu sabah erken uyanıp yatakta biraz daha durabilmek için twitterda şöyle bir gezinirken 'Kenan doğulu öpüşmeye tepki' gibisinden bir başlık gördüm, tıkladım. Açılması biraz uzun sürünce kendi kendime dedim ki 'banane ya'. Vazgeçtim. Niye umrumda yani? Azıcık daha yastığı filan öpebilirim onun yerine. 
  Akşam da malum Beren'in dizisi vardı yine bir öpüşme sahnesi vardı hatta onu da paylaşmışlar. Sonra merak ettim sabahki haberi aradım. Bulamadım. Baya google'a hatırlatsın diye Beren öpüşme filan yazacaktım. Yine kendimi durdurdum. 'Sanane ya'. Sanki Beren çok yakın arkadaşım da sevgilisi neye izin veriyo neye darıldı öğreniyorum. Bir garip geldi. Mesela normal hayatta (ünsüz olan) ben bu tarz bir şey yaşasam en yakın bir iki kişiyle paylaşırım belki onlarla bile paylaşmam. Ama Beren ile Kenan'ın olayını sabah uyku mahmuru ben bile okuyabiliyorum. Garip. 

2 şarkı var ki her durumda ağlatır

İlki bu: 
şiirini de dinlemiştim o zamanda kötü olmuştum ama burada daha bir şey söylemiş sanki yani neyse...


İkincisi de bu:
bu filmin etkisi de olabilir. İzlemediysen önce izle sonra dinle, gerçi sadece dinleyince de şey yani neyse...

Bir plak şirketinde eminim şöyle bir muhabbet geçmiştir;

-Abi bunun seste iş yok ya (hatta ortama göre bok gibi demiş bile olabilirler)
-Yok o 'dadadaday' ve 'oovv ye'leri çok iyi çıkartıyo
-Hee tamam o zaman yapalım bir albüm.

Komşunun konusu daha iyiymiş, belki bodruma da giderler, modeli çok güzel olur da müze yapmaktan kusabilirdim. Gerçi poster filan hazırlamış hocalar tam benliklermiş aslında. Neyse senelerdir en zevkle gidilen projeyi seçtim bakalım konusu belli değil ama KAVRAMSAL ALGISAL bişeylerdir bence. İkinci dönem için dilek ağaçlarına çaput bağlayacağım lütfen güzel geçsin, bak inanalım hep birlikte güzel geçsin. 

İşin Özü Bak Şöyle

Neden fotoğraf çekmeyi çok sevdim biliyor musun? 



   İşte bu yüzden. O anı alıp götürebiliyorsun. Sonra bakmak, hatırlamak, anlatmak, göstermek üzere... 
   Ama habersiz ya da olağan fotoğrafları daha çok sevmemin nedeni ne peki? Şu...


   Veya bu sebepten. 

     Bir fotoğrafta güzel çıkmak ya da güzel bakmak değil mesele bence. Daha çok o anın tutulabilmiş olması. O yüzden bu fotoğrafı çok severim. 



  Hatırlıyorum eski evimdeyken dışarıdan bir yerden gelmiştim ve tam ayakkabılarımı çıkartırken bu sahneyi gördüm. Fotoğraf makinem de yanımdaymış neyse ki. Sana göre nasıl bilemem de bu fotoğraf bana o evin huzurunu, anılarını bir bir hatırlatır, anlatır. Bir yerde okumuştum. İnsanların en beğendiği fotoğrafları kendine en benzemeyenleriymiş. O yüzden naçizane fikrim, fotoğraf seni olduğundan farklı, ışıltılı gösteren değil de yaşadıklarını anımsatabilirse güzeldir.

İlk 3 fotoğraf için Brian Leli'ye teşekkür ediyoruz. Son fotoğraf içinse benim eski güzel evime..

Ben sana demiştim

"İZMİR Dünya'da yaşanabilecek 6. şehir seçildi.
Dünyanın en yaşanabilir şehirlerinde ilk 10 ise şu şekilde ;

1. Melbourne, Avustralya
2. Viyana, Avusturya
3. Vancouver, Kanada
4. Toronto, Kanada
5. Adelaide, Avustralya
6. İzmir, Türkiye
7. Helsinki, Finlandiya
8. Auckland, Yeni Zelanda
9. Zurih, İsviçre
10.Kopenhag, Danimarka
Listede ki çoğu büyük metropolü geride bırakarak kendine 6. sırada yer bulan İzmir, özellikle baskıdan uzak, ucuz yaşam koşulları ve özgürlük konularında, araştırmayı yapan uzmanlardan tam puan almayı başardı.

Uzmanlar seçim yaparken, ekonomik ferahlık, insan davranışları, siyasi görüş ve ulaşım kolaylığı gibi 15’ten fazla kriteri göz önüne aldıklarını belirttiler. Listede yer alan iki Türk şehrinden biri olan İstanbul ise kendine 48. sıradan yer buldu. "

Pazartesi, Şubat 04, 2013

Buket ile sit-com gibi sahneler

Yolda yürürken biz küçük bir dilenci kız geldi ve şöyle bir an yaşandı;
Kız: Abla lütfen Allah rızası için be abla
Buket: Yok tatlım.
Kız: O zaman bi çikolata al ablaa
Buket: Tamam
Kız: Bi de çitos
Buket: Hayır sadece bi çikolata
Bir süre bakkal bulana kadar birlikte yürüdükten sonra bakkalda kız 1buçuk liralık çikolata eline aldı, Buket onu bıraktırıp 1 liralık çikolata önerdi ama kız sevmiyo olacak ki 75 kuruşluk çokonat aldı. Bakkaldan çıktılar.
Kız: Çok teşkür ederim abla. Siz çok güzelsiniz 
Biz: Ayy şeker şeey vesaire ile yola devam ettik. 

- - - -  o - - - -

Buket salona 'yumurta kabuğu' deyip içeri kaçtı.

Olayın özü şu ki dedemin odasında Buket'le ben Kim 500milyar'ı izliyorduk. Soru şuydu:

Yumurta kabuğu, kemik ve dişlerde ortak olarak bulunan madde hangisidir?
A-Fosfor    B-İyot     C-Kalsiyum     D-Demir 

Biz bir an emin olamadık. Buket' de salon kapısını açıp içeridekilere sormaya niyetlendi. Ama o sırada adam cevabı verdi. Kalsiyum olduğu belli oldu. Ve Buket soruya başlamış bulundu. Haliyle de salona yumurta kabuğu deyip kaçmış oldu.