;

Çarşamba, Temmuz 30, 2014

Bunlar hep yeni

        Canlarım merhabalar, kısa bir süre önce-aslında bir buçuk ay önce- ay em et İstanbul durumundaydım biliyorsunuz. Ama bu yazıldığı kadar kolay olmuyor. İş bulması, ev bulması, eşya bulması ve alması, yerleşmesi, ev işlemlerini tamamlaması, bayram ağırlaması derken İstanbul'da tek başıma kaldığım ilk geceden buraya bir şeyler karalayım, yalnız olduğum ilk İstanbul gecemin anısını bırakayım istedim. 
    
        İstanbul'a yerleşmek isteyenlere ya da aa ne güzelcilere naçizane bir kaç tavsiye vereyim. İş bulunuyor. Bilmiyorum belki ben gökten nazar boncuğu tıkıştırılmış indim ama bence o işi bulucam diye yola çıkınca bulunuyor. Mail atıp, cvler doldurmayı bir kenara bırakın. Eski usul alın elinize bir not defteri yazın iş arayan yerlerin adresini, takın hafif topukluları sürün kokuları çıkın yola. 'Canım kapı kapı aranır mı İstanbul'da' diyorsanız eğer ben bizim ofiste bir maile yapılan muameleyi daha doğrusu yapılmayan muameleyi gördükten sonra ve kendi attığım onlarca mailden sadece 2 tanesinin geri dönmesi bir daha da aramaması üzerine evet aranır diye cevap veriyorum size.
        İkinci bir öneri ise işte yaptığımızın tam tersine evi olabildiğince internet üzerinden halletmeye bakın. Ve kendinizi emlakçıların kollarına bırakmak zorunda olduğunuzu bilin. Ama 'yok ben hayatımda bir günde çekmediğim kadar çile çekmek istiyorum' diyosanız istediğiniz semtlerde gezerek de ev aramayı deneyebilirsiniz. 

       O değilde İstanbul çok güzel be. 

       Gün içerisinde zorluklar yaşanıyor çokça. Yeni bir düzen hiçbir yerde kolay olmasa gerek. Hatta ilk bir ay ben işe karşıdan gidip geldim inanın anlarım trafiğini, hengamesini vesairesini. Ama o otobüste giderken bile gördüğün manzara yok mu işte içine çekiyorsun, bağımlı oluveriyorsun. Belki ben kime anlatıyorum'dur belki siz zaten biliyosunuzdur ya da bu yolun başı olduğundan böyledir ama şuan bana iyi ki gelmişim dedirtiyor. 
    Neyse sevgilim Eskişehir'e de çok ihanet etmek istemiyorum. Onun pabucunun da yanıbaşımda hala yeri var çünkü.
 
    Özellikle evimi merak eden arkadaşlar için fotoğraflar çektim demin. Kesinlikle lüks bir apartman dairesi hayal etmeyiniz. Şoka girmenizi istemem. Bildiğin müstakil ev içinde merdiveni filan var, çatı katı gibi olduğundan da kat yüksekliği alçak. Yani şöyle diyeyim parmaklarımın ucunda ampulü kendim değiştirebiliyorum :) 

Buyrunuz.. 





Bi kahvemizi içersiniz efenim.

Cuma, Temmuz 04, 2014

   Uzun uzun yeni hayatımdan bahsedeceğim size. Aldığım kararları ve pat diye uyguladığım yeni hayatımı, sadece telefon rehberime eklenen onlarca ve görsel hafızama eklenen bilmemkaç tane insanı, yaşadığım komik/o an trajikomik anıları anlatacağım. Ama bu yazı o yazı değil. 

    Bu daha ziyade yeni hayatımın yeni insanlarıyla alakalı olan yazı. Nesnelleştirdiğim dünyanın tespiti yazısı. Ama eminim sen de yapıyorsundur arada hatta benim gibi sıklıkla. Buna inanmak istiyorum çünkü öyle etrafımız anlamlaşıyor gibi geliyor bana. 

    Neyse yeni bir ev tuttum geçen hafta yepyeni mahalle, esnaf çevresi (tanıdık bakkal yüzü mesela adını hiç bilmediğin), yeni sorunlar, yeni alternatifler olacak. Ama bunların hiçbiri o evle ilgili olmayacak. Şimdiye kadar memur çocuğu olduğumdan belki de iki elin parmaklarını geçmiştir taşındığım ev sayısı, bu yeni duygusu. Kendi öğrencilik hayatımda bile 3 ev değiştirdim ben. 3 evin ayrı yaşanmışlığı ayrı güzelliği oldu. Mesela ilk evim savruk,umursamaz yılların eviydi. Sürekli bir pozitiflik evi. Sonraki evim yalnızlık evi mesela. Ama tek kaldığımdan değil. Üzücü ayrılıklar geçirdiğimden. Şey derim mesela 'bu ev mutsuz etti beni'. Halbuki ne kadar güzeldi içi. Bütün evlerimden daha yeniydi, temizdi. Ama beni mutlu etmedi napalım. 

     Telefonlar mesela. Kapaklı siyah bir telefonum vardı bilen bilir. Çok severdim hala da severim. Şimdi üretimden kaldırılmış. Vatsap filan bırakmak uğruna yine olsa yine alırdım ondan. Tam neşeli ergenlik anlarıma denk geliyo kendisi. En mutlu mesajlar, hatta öpmeler filan yaşadı o telefon :) 

     Telefon anti parantez olsun tam ifade edebilmek adına. Evden tekrar devam edeyim. Yeni evim yeni insanlar, yeni anılar, yeni üzüntüler, yeni mutluluklar demek aslında. Sırf bu yüzden yeni eve çıkın mesela. Yeni hayatlar yaşayın. Yeni anılar biriktirin o evde. O evde birini sevin. O evde birinden nefret edin. O evde sıkılıp sonradan saçma gelen ani bi karar alın. Değiştirmek en güzel şey hayatı mutluyken de mutsuzken de. 

    

Çarşamba, Temmuz 02, 2014

unutMADIM AKlımda


"Saat 12'de Madımak Oteli'ne vardım. Lobide Arif Sağ çalıyordu. Aziz Nesin iki koruma polisiyle birlikte odasındaymış. Otelde etkinlikler için Sivas'a gelmiş 70 kişiyle birlikte çeşitli asker aileleri de kalıyormuş. Arif Sağ'ın türkülerini bir süre dinledikten sonra 12.30-13.00 sularında Ali Çağan ve Hasret Gültekin'le otelin dışına, yemeğe çıktık. Hasret, yemekte o günün gazetelerinden ve radikal islamcıların dağıttığı cihat bildirilerinden söz etti. Birlikte bildiriyi okuduk.

Yemeğin sonlarına doğru, Cuma namazından çıkan 400-500 kişinin sloganlar atarak yürüyüşe geçtiğini gördük; hemen otele döndük. Otelin önünde birkaç polis memuru vardı. Gösterici grup bir süre otelin önünde oyalandı, sonra Kültür Merkezi'ne doğru gitti. Otelde kültür merkezindeki olayları tartıştık.

Saat 14.30'du, polisten, Valiliğin, "etkinlikleri iptal ettiği" haberini öğrendik. Bu sırada birkaç polis "Sizi otelden alalım, şehir dışına çıkaralım" dedi. İçeride birtakım tartışmalar oldu, sonra otelden çıkmak için gecikildiğini farkettik. Bu arada yine az sayıda bir grup askerin otelin önüne açılan yolları kestiğini görünce, hepimiz bir parça rahatladık. Çoğunlukla lobideyiz. Dışardaki az sayıda asker ve polise rağmen, Kültür Merkezi'nden dönen gösterici grup, otelin 20-25 metre önünde toplandı.

Aziz Nesin hâlâ odasında. Garsonların lokantadan getirdiği yemek bile odasına çıkartılmadı, hangi odada kaldığı öğrenilmesin diye. Bu sırada Pir Sultan Abdal Tiyatrosu oyuncuları ve semah ekibi otele geldi. Dışarıda slogan ve tekbir sesleri gitgide yoğunlaşıyordu. Bir ara, grubun dağıldığı ve yeniden Kültür Merkezi'ne doğru gittiği haberini aldık. Bir süre sonra polis telsizinden Kültür Merkezi'nin önünde çatışma çıktığını duyuyoruz: Arif Sağ konserini ve "Medya ve Emperyalizm" konulu paneli dinlemeye gelenler, gösterici grubu püskürtmüşler. Gösterici grup bu kez yeniden otele yönelmiş, bu arada da, birileri, belki de polis, göstericilere karşı koyanları otobüslere bindirip Ali Baba Mahallesi'ne götürmüş.
Otelin önünde yeniden toplanan göstericiler "Vali istifa", "Burası Moskova değil", "Şeytan Aziz", "Kanımız aksa da zafer islamın", "Dönmeye değil ölmeye geldik" ve "Şeriat gelecek her şey bitecek" gibi sloganlar atıyorlardı.

Bu sırada Arif Sağ telefonla ulaşabildiği bütün resmi makamlara hayatlarının tehlikede olduğunu, güvenlik tedbirlerinin yetersiz kaldığını bildiriyordu. Otele ilk taş, Arif Sağ'ın telefonla konuştuğu sıralarda atıldı ve lobinin ön cephesindeki camlar aşağı indi. Bunun üzerine, lobide toplananlardan bir grup üst kata çıktı. Gençler ellerine geçirdikleri, masa, dolap, yangın söndürücüsü gibi eşyayla lobide barikat kurmaya başladılar. Otelde kalanlar sokağa penceresi olan odalardan uzaklaşıp koridora ve merdivenlere sığınıyorlardı.

Otele atılan taşlar giderek artıyordu. Birden, yangın ihtimali konuşulmaya başlandı. "Su lazım olacak" diyerek, bulunan her türlü kap suyla doldurulup bir kenara konmaya çalışıldı. Aynı sıralarda çevre illerden "takviye birliklerin yola çıktığı" haberi yayıldı. Hepimiz umutlandık.

Bir ara Arif Sağ'ın, sokağa bakan odasına çıkıp göstericilerin fotoğrafını çektim. Henüz ikinci kez deklanşöre basacaktım ki yeni bir taş yağmuru başladı. Tekrar koridora döndüm. Herkes birbirine "moralimizi bozmayalım, kendimizi kaybetmeyelim" diyordu. Başta Asım Bezirci olmak üzere hemen herkes, herhangi bir linç ihtimaline karşı kendilerini savunmak üzere şişe, sandalye bacağı gibi etrafta ne varsa yanlarına alıyordu. Artık dışardakiler çevrede buldukları taşları bitirmiş, kaldırımları söküyorlardı... Bazıları da otelin karşısındaki binalara çıkmışlardı.

Çatılarda buldukları saksıları ve kiremitleri tekbir sesleriyle otele doğru fırlatıyorlardı. Gençler otelin girişine kurdukları barikatın gerisinde beklerken, bir grup gösterici, polis barikatını aşıp içeri girdiler. Korkunç gürültülerle birlikte kısa bir süre büyük bir mücadele yaşandı ve grup püskürtüldü. Aynı şeyi birkaç kez tekrarladılar... Sivas'a semah gösterileri yapmak için gelmiş olan bu gençlerden hemen hiçbiri canlı dönemedi Ankara'ya...

Lobide bu çatışmalar olurken Aziz Nesin de eline bir demir çubuk almış, odasından çıkmıştı. Bu sırada fotoğraf çekerken kireç gibi yüzüyle bir kadın yanıma yaklaştı ve "Bunları çekiyorsun ama hiçbirisini göremeyeceğiz" dedi.

Takviyenin gelmesinden yavaş yavaş umudumuz kesiliyordu. Bu sıralarda Aziz Nesin, Erdal İnönü ile görüştü. İnönü'ye telefonda güruhun sesini ve camlara fırlatılan taşların sesini dinletti. Erdal İnönü yanıt olarak "Her türlü tedbirin hızla alındığını" söylemiş.

Aynı anda Sivas Belediye Başkanı Temel Karamollaoğlu otelin önüne gelmişti. Kalabalığa hitaben kısa bir konuşma yaptı. "Biz Sivaslılar olarak bu konuda yeteri kadar tepkimizi gösterdik, artık dağılın" dedi. Gösterici grup, Aziz Nesin'in kendilerine verilmesi yönünde sloganlar atıyordu. Ayrıca Kültür Merkezi'nin önüne dikilen halk ozanı anıtıın da yıkılıp otelin önüne getirilmesini ve burada yakılmasını istiyorlardı.

Bunun üzerine belediye başkanı heykeli yıktırıp otelin önüne getirtti. Anıtı, otomobillerden çektikleri benzinle tutuşturup yaktılar. Aralarında Arif Sağ'ın otomobilinin de bulunduğu birçok otomobili ateşe verdiler.

Otelin içine yoğun bir gaz kokusu yayıldı. Saat sekize geliyordu. Bu kokunun nereden geldiğini anlamaya çalışıyorduk ki elektrik kesildi. Koridor ve merdivenler gözgözü görmez bir karanlığa büründü. Aşağıda gençler içeri girmeye çalışanlarla mücadele ederken, genç kızlar dördüncü kata çıkarıldı. Ben o sırada üçüncü kattaydım.

Bir toz bulutundan başka bir şey seçemiyordum. Artık cesaret ve umut tümüyle tükenmişti. Birileri alt kattan "Çantalarınızı alın, gidiyoruz" diye seslendi. Çantalarımızı alıp el ele tutuştuk. Birinci kata doğru indik. Birinci kata geldiğimizde aniden bir parlama ortalığı aydınlattı. (Üstde Asım Bezirci çaresizlik içinde üst kata çıkıyor.)

Birinci kattaki odalar yanmaya başlamıştı. Bez topaklarını gaza ve benzine bulayıp yakmışlar ve içeri atmışlardı. İçerde her şey zaten sentetikti ve bir anda yangın yayıldı, her yer dumana boğuldu.

Bütün kontrolümüzü yitirmiştik. Herkes çığlık çığlığa bir çıkış yolu bulmaya çalışıyordu. O sırada aşağıdan "İçeri giriyorlar" diye bir ses duyuldu. Birden panik doruğa ulaştı. Sıcak ve duman dayanılmaz haldeydi. Nefes almakta güçlük çekiyorduk. Ben birinci katla ikinci kat arasındaki merdivenlerde kalakaldım; ikinci kata çıkanlar da korkunç bir alevle karşı karşıyaydılar.

Artık çığlıktan başka bir şey duyulmuyor, alevlerden başka da bir şey görünmüyordu. Olaylar başlamadan önce karikatürlerindeki devekuşu simgesini ne kadar çok sevdiğini bana uzun uzun anlatan Asaf Koçak'ın yanımda olduğunu farkettim. "Üst kata çıkalım" dedi. Ben yerimde çakılıp kalmıştım, çıkamadım; O çıktı ve orada öldü!

Birinci katın koridorundan dipteki odalara doğru yürüdüm. O sırada hissettiğim sonsuz bir yalnızlık duygusuydu, kendi kendime "Bitti" dedim. Herhalde artık nefes alamıyordum, ama birden bir serinlik çarptı yüzüme; karanlığın içinde bu serinliğe doğru yürüdüm; vardığım yer, penceresi hava boşluğuna bakan bir odaymış. İçeride başkaları da vardı. Bu serinliği izleyip gelen 31 kişi Sivas'tan canlı ayrılacaktı.

Bir süre sonra pencereden aşağı, boşluğa atladık. Öteki binanın iki penceresi bu hava boşluğuna bakıyordu, pencereleri zorladık. Burası Büyük Birlik Partisi Sivas İl Merkezi'nin pencereleriymiş.

Bir süre sonra camlar açıldı ve içerdeki birkaç adam, bizi oraya almak yerine küfredip bağırmaya başladı. Ben adamlardan birinin ellerine sarıldım, yaşamak için oraya girmem şarttı. Ama onlar bunu anlamıyormuşcasına ellerine geçirdikleri sopalarla beni ve benimle birlikte boşluğa atlamış olanları ittiriyorlardı, ısrarla...

"Sizi buraya biz mi çağırdık, ne haliniz varsa görün" diyorlardı. Biz yine de ağlayarak yalvarmayı sürdürüyorduk. Oteldeki çığlıklar dinmemişti. Tam o sırada partinin il yöneticilerinden yaşlı bir adam pencerenin önüne geldi ve elini bana uzatıp "Gel kızım" dedi; 31 kişinin hayatını kurtarıyordu...

Yaşadığımıza hâlâ inanamıyorduk. Koridorda sıkıştığımızı sanmıştık, kurtulamayacağımıza inanmıştık.

Oysa tersine umutla üst katlara çıkanlar öldü. Partide geçirdiğimiz bir saat içinde bunun böyle olduğunu bilemiyorduk, çünkü otelin üst katlarındaki sesler kesilmişti, zannetmiştik ki itfaiye geldi ve onlan kurtardı. Kurtulamadılar...

Aslında Aziz Nesin de dahil, içerdekilerin kurtulup kurtulamadığını bilemiyorduk. Sonradan öğrendiğimize göre alevler ve duman iyice yükseldiğinde Aziz Nesin ve Lütfi Kaleli otelin dördüncü katma kadar çıkmışlar.

Atılan taşlara rağmen pencerelerden sarkarak yardım istemişler. Üstünde bir itfaiye eriyle birlikte araç yaklaşmış, o arada "O ölecek olan adam, onu kurtarmayın" diye sesler çıkınca itfaiye eri geri inmiş. Ama bu arada zaten yolu yarılamış olan Aziz Nesin ve Lütfi Kaleli aracın üstüne inmişler. O arada bir saldırgan elindeki sırıkla Aziz Nesin'e hücum etmiş ve dengesini bozmuş; Aziz Nesin kafasını ciddi şekilde yaralamış.

Hemen Kayseri'ye doğru yola çıkmışlarsa da Aziz Nesin çok kan kaybettiğinden üniversite hastanesine yönelmişler. İlk yardım yapılmış, sonra "bilinmeyen bir yöne doğru" gitmişler. Bir kandırmaca yaşatmışlar saldırganlarla Aziz Nesin arasında...

Bütün bu ölüm korkusu içinde bir de "tuhaflıktan" söz etmek lazım. Bir insanın varlığının ne kadar anlamlı olduğunu düşündüm, unutmak hiç mümkün değil.

Aziz Nesin'e, biri telsizli komiser, öteki otomatik silahlı iki polis koruma vermişler. Olayların patlak verişinden bir süre sonra silahlı olan gözden kayboldu. Telsizli komiser ise bizimle birlikte canını dişine taktı; barikattaki gençlerle birlikte saldırganlara karşı koydu, hava boşluğuna açılan pencereden inmemizi sağladı, sanki en yakın dostlarıymışız gibi davrandı hep... Unutmak mümkün değil..."

Mehtap Yücel