;

Cumartesi, Mayıs 09, 2020

Olimpos Hatırası

Bu sabah internette gezerken 'Olimpos'a dokunma' diye bir imza kampanyası gördüm. Olimpos'a geçen yaz gidip hayatımızın en güzel tatillerinden birini yeni yaşamış olduğumdan çok sinirlendim. Üniversitedeyken aile tatili olarak da gidip bungalovlarda kalmış, ailecek büyülenmiştik. Geçen sene Nazif'le Çıralı tarafında bir kamp alanında kalmış, daha da büyülenmiştik. Hala ara ara Olimpos'da şu olmuştu filan diye anlatıyoruz. Hatta gece gökyüzünde çok fazla yıldız görürsek Olimpos gibi diyoruz. Güzellik sıfatı oldu bizim için Olimpos gibi olmak.

Bunca anı içinde bu alanın bozulacağını, imara açılacağını öğrendim. Çok canım sıkıldı gerçekten. İlerde bu şekilde gitgide denizin, doğanın, sessizliğin, huzurun tadını unutacağız gibi geliyor. Geceleri çıt çıkmıyordu, gündüzleri herkes sakinlik içindeydi. Çünkü internete ihtiyacın yok manzara mükemmel, araca ihtiyacın yok bastığın yer yumuşacık. Bunları elinden alırsan havuzlu tatil köyü olur ki bir sürü var isteyen gitsin. Deniz isteyeni, yeşillik hatta tarih görmek isteyeni Olimpos'da bırakın 😌

Çıralı tarafında bir yanartaş var. Kilometrelerce patika bir yoldan dağa tırmanıyorsun, o şekilde ulaşıyorsun, gece karanlığında ormanların arasından kalabalık guruhlar halinde tırmanmanın sonunda kayaların arasından ateş çıktığına tanık oluyorsun. Tabii ki gittik ve marshmallow kızarttık😊 Bir daha hiç çıkacağımı sanmıyorum, uzun ve biraz korkutucu bir yol çünkü. Ama en azından bir kere çıkmış olmak mükemmel bir his. Bu arada dağ yolunda çok yorulduğumuz için yolda 2 çocuğa otostop çektik ve bizi arabalarına aldılar, o deneyim de çok ilginçti. O kadar güvenilir ve huzur dolu ortam ki yol boyu sohbet muhabbet gitmiştik. Dönüşte de bir tur servisi 'gelin sizi bırakayım gençler' tadında bir Hulusi Kentmen'lik yapmıştı.

Şimdi bu okuduğun bir kaç satır için bile Olimpos'a kıyılır mı sevgili okuyan😔





Cuma, Mayıs 08, 2020

İzleyen Madam

Sosyal medyada bu aralar çok fazla film-dizi önerisi yaptığımı fark ettim sevgili okuyan. Sosyal medyayı bilirsin, bir sürü şakalar komiklikler yapıldı bunun üzerine. Ben de bir arşivimim olsun istiyorum izlediğim şeylerle ilgili. Onlarla ilgili küçük notlarım olsun, belki görüp ilgilenen biri olur da benim sayemde yeni bir şeyler izler diye düşünüyorum. Ama dediğim gibi sosyal medya bir acayip.

Bu sebeple ben de bu paylaşımları rahat rahat yapabileceğim bir hesap açtım kendime. İzleyen Madam 🍿 Çok da sevdim içerik eklemeyi 😍 Gerçi Nazif beni telif hakkı vs diye korkuttuğu için bir tık zor yoldan yapıyorum. Sevdiğim film ve dizilere kendim poster hazırlıyorum. Bu işi de seveceğim gibi çünkü bu sayede daha çok düşünüyorum izlediğim şey üzerine, araştırıyorum. Merak edersen buradayım yani bir tık yeter 💓 www.instagram.com/izleyenmadam

Pazar, Nisan 26, 2020

Sunny Sundays

Güneşli bir pazar gününe uyanış
Hiçbir yere yetişmesi gerekmeyen uzuun bir kahvaltı
Mis gibi kokan kahve
Ardından tatlı bir romantik film
Yaşasın haftasonları 
Yaşasın kendine serbest şiir yazdıran pazar günleri


Salı, Nisan 21, 2020

Size kendi çapımda bir başarı hikayesinden bahsetmek istiyorum. Kendi çapımda dememin sebebi kendi çapımı değiştirme hikayem olduğundan sevgili okuyan. Takvimime not almış olduğumdan biliyorum, hayatımda görüp görebileceğim en fazla kilom tartıda karşıma çıktığında 20 Ocak 2020 tarihinde bu gidişatı değiştirmeye ant içtim. Resmen ant, çünkü aşağıda anlatacaklarım ciddi ciddi de-li-lik!

Öncelikle boyumla oranla dobiş olmamı sağlayan kilo 66,4 idi. Hayatımda bu kiloyu hiiç görmediğim için dehşet vericiydi. Nihal hamileyken aynı kilodaydık filan mesela. Bir de yoga yapıyorum düzenli, tayt giydiğim manzara of yani felaket. Neyse en kötüsü insanın giydiğini kendine yakıştıramaması oluyor. Unutmamak için aşağıya o halimden bir fotoğraf bırakıyorum.


Melek kanatlı ve daha karanlık bir fotoğraf koydum. Çünkü kıyamadım kendime. Neyse ama şorttan kollardan anlaşılıyor diye düşünüyorum. (hala daha bir şeyler yiyorum) Bu arada bu kilo sırf yeme kaynaklıydı. Ne stres, ne ilaç kullanımı vesaire hiç bir mazeretim yoktu. Bu nedenle cezalardan ceza beğenmelik bir detoksla işe başladım. Aşağıya iliştiriyorum.

21 GÜNLÜK PROGRAM
Sabah: Elma, kivi, ananas, keten tohumunu karıştırıp içiyorsun. 
Sıvı bir karışım zaten miktarlar da sana kalmış. Tarçın da ekliyodum bazen. Elbette ki bıkıyorsun bir süre sonra ama devam!
5 saat bir şey yemek yok. Şekersiz çay, kahve olabilir.
Öğlen: Beyaz et( tavuk, balık), salata ve bir kase çorba içiyorsun.
Ben tonbalıklı salata yedim hep, salata serbest bu arada istediğin kadar yiyebilirsin. Çorbayı kendiniz yapın diyorlar da başlarım yani, ben yemekhanede ne çıktıysa onu içtim. 
5 saat bir şey yemek yok. Şekersiz çay, kahve olabilir.
Akşam: Çorba.
Kase kase çorba içebilirsin. Ve gün biter. Bu şekilde 21 gün yapılır mı yapılır! Yaptım, biliyorum. 

Haftasonları öğle yemeği diye bir şey olmadığı için akşam ve öğleni birleştiriyordum mesela. Ama 21 gün boyunca asla ve aslaa bozmadım. Karnım guruldayarak uyudum, enerjim sıfıra geldi ama bozmadım. Sonuçta da toplam 4 kilo verdim. Birden 62 olunca hevesim arttı ve kendime güvenim geldi. Dedim neden daha da olmasın 😈 

Ama bu detoksu senede sadece 1 kere yapabiliyorsun, çünkü öldürüyor yani bu kadarını da vücuduna yapmamalısın. Bu nedenle günümüzde de çok popüler olan sağlıklı beslenmeye kafayı taktım. Evden şekeri, sıvı / tereyağı, beyaz unu ve tüüm abur cuburları kaldırdım gerekirse attım, yememek için şirkete filan götürdüm. Şeker için artık pekmez, bal ; yağ için zeytinyağı; beyaz un için karabuğday unları ve yulaf ezmesi vardı hayatımda. Evde pişen yemeklerle dışarıda hiiç dikkat etmeden Nazif bile bu süreçte kilo verdi. İnanılmazdı! Bu süreçte internetteki içeriklere inanamazsın sevgili okuyan. Şöyle yazıyordum mesela 'şekersiz kek tarifi' milyonlarcası çıkıyordu. Meyve ile yeniden buluştuk, kuruyemişler yoldaşım oldu. Hayır , hayır ağlamıyorum ama sadece bu tarz beslenmeyle 4 kilo daha verdim. Yaklaşık 1 aydır sabit bir şekilde 58 kiloyum 💪💪 Hemen bunun da fotoğrafını aşağıya bırakıyorum. 

Bu tabii daha aydınlık bir fotoğraf sevgili okuyan. Çünkü en güzel duygu giydiğini üstünde beğenmek💚 Bir de sağlıklı beslenme arasında 'canın da hiç bir şey çekmiyor mu'lara cevap olarak kokteyl de hatta bira da içtim, mantı da yedim, cips de yedim demek istiyorum. Ama eski zamanlarımdaki gibi bir paketi tek başıma değil, ya da 3-4 bardak içki değil. Her şeyi dozunda, özlediğiniz kadar. Sağlıklı beslenme her şeyin katkı maddeli olduğu şu dönemlerde vücuduma da çok iyi geldi hissediyorum. 'Eskiden insanlar 80-90 yaşına kadar yaşıyorlar tabii o zaman katkı maddesi yok doğal' klişesi var ya heh o zaman siz de doğalını yiyin kardeşim. İçindekiler bölümünü okuyun anlamadığınız maddeli şeyleri almayın. Gerçekten hepsi bu kadar. 

Son olarak da yaptığım sağlıklı yiyecekleri paylaşıcam ki hani püremsi şeyler değil bildiğin yemeklere benzer hatta daha güzel görünen şeyler yiyebileceğini bil sevgili okuyan. Tariflerini aramak istersen de formülü veriyorum: Sevdiğin bir yemeğin ya da tatlının başına sağlıklı yazıyorsun, içinde sıvıyağ tereyağı varsa zeytinyağı veya şeker varsa pekmez/bal koyuyorsun. Bu kadar, adamlar her şeyin sağlıklısını yapmış. Öpüyorum en tok halimde😘

     
Meyvenin güzel gösteremediği tatlı yok gibi zaten. En sondaki de tahinli kurabiye, kahve yanı atıştırmalık 😏

 
Bir sürü farklı kek yapabilirsin. En sondaki  de sufle! Kim der ki sufle yiyerek kilo almayacaksın 😍

   
Kahvaltı en en güzel öğün! Bir dilim ekmek üzerine fıstık ezmesi sürüp muz ve bal ile taçlandırabilirsin ya da yulaf ezmesiyle krep yapabilirsin. Baştaki ıspanaklı kek zaten başlı başına bir öğün😎

   
 Sağlıklı besleniyoruz diye köfteden hamburgerden vazgeçiyor muyuz? Hayır! Baştaki de karnabahar köftesi, ortasında da sürpriz birazcık kaşar peyniri. Patates bile yiyebilirsin, önemli olan kızartmamak, azıcık zeytinyağ ile fırına verince kızartmayı bir daha düşünmeyeceksin. 😇

Yukarıdaki yiyecekler tek tek üstte fotoğrafı olan denek tarafından denenmiş olup bir tabak daha istenmiştir. Sevgiler 😍


I'm Back

En son yazımdan bu yana 3 sene geçtiğine inanamıyorum sevgili okuyan. Üniversitenin bir kısmı ve çalışma hayatımın başında gerçekten kendimi bulmuşum bu blog sayesinde. Onca anı birikmiş, biraz geriye dönüp okudum da hatırlamadığım detaylar yazıları silinebilecek bir defterde değil dijital ortamda kalmış senelerce. Ve ben nasıl birden bırakmışım yazmayı.

Tekrar buraya gelme hikayem aslında çok da uzun bir zamana dayanmıyor. Bu sabah gördüğüm rüya.. Birden uyandım ve telefondan bloguma girdim. Kanlı, canlı anılarımı okudum. Ne güzel yazmışım kendimce, görseller eklemişim bol bol. Yan tarafta öneriler yapmışım film,kitap vesaire. Sanırım bloğumu bırakmamın nedeni önce düzenli bir ilişkimin olmasına sonra sosyal medyanın patlamasına dayanıyor.😑 Evet Nazif'le ilişkimiz son sürat güzelli ve mutlulu gidince yaklaşık 2 sene önce evlendik sevgili okuyan. Ne çok anı var aslında unutmak istemeyeceğim o zamanlara ait. Burada da sosyal medya devreye giriyor işte. Her şeyi oradan paylaştık.😕 Bir günlük bakılabilen anılarda kaldı hepsi. Ama sosyal medya işin kolayı özellikle instagramdan bahsediyorum. Parmağının bir hareketiyle hayatta tanıdığın hatta tanıyacağın herkesin o an ne yaptığını görebildiğin bir platform. Blog gibi yazılar gerektirmiyor. Duygulara zaten hiiç yer yok. Duygular demişken 3 senede gerçekten çok şey oldu sevgili okuyan. Ancak bu yazıyı 'yaz tatilinde ne yaptınız' yazısı gibi arayı kapatma yazısı yapacak değilim. Buradan devam edelim bence, daha güzel.

Şu sıralar karantina durumundayız. Global bir sorun olan korona (Covid-19) virüsüyle başetmeye çalışıyoruz. Pek bizlik bir durum yok aslında ne yalan söyleyeyim. Ülkedeki salgın en çok işe gitmeye devam etmek zorunda olanları ve sağlık çalışanlarını vuruyor. Bugün itibariyle 36 gündür kendi evimde karantinadayım, işe gitmedim. Nazif'in sayısını bilmiyorum açıkçası onlar önce 2 gün gidip-2 gün evde olarak devam etti, evden bir sorun çözemezse de gidiyor. Ama sonuç olarak bir aydan fazladır evde olma halindeyiz. En çok sevindiğimiz sağlığımız iyi, bu dönemde insanların tek sevindiği bu gerçekten. Normalde öylesine sorduğumuz 'naber' şu sıralar gerçek bir soru ve cevabı gerçekten  karşı taraftan bekleniyor.

Karantinada insanlar azıcık delirdi ama sevgili okuyan. Herkes bir kere evde ekmek yaptı. Biz de dahil.😀 Sürekli eğitici bir aktivite önerenler, zilyon paylaşım yapıyorlar. Biz aslında daha günlük yaşıyoruz. Normalde de film dizi izlemeye bayılırdık, yine izliyoruz. Normalde de birlikte yemek yapardık, yine yapıyoruz. Bir de taşındık sevgili okuyan. Ev yerleştirmesi vesaire derken delirmeye fırsat kalmadı.

Sözün kısası karantinada insanların işi gücü başkaları, evde yaptıkları oldu. Zaten sosyal medya sayesinde kim neyi yaptı'lar artmıştı. Tam içi kan ağlayan palyaço misali herkes aşırı mutlu, zengin, sosyal, akıllı olduğu için sıkılmaya başladım. Ayrıca sosyal medyada çok paylaşım yapınca oluşan çeşitli algılar nedeniyle artık blog kullanmaya tekrar başlayacağım. Şimdiden yan taraflara ekleme yaptım bile. Kıps. Ayrıca gerçekten yazmayı özlemişim. 😊

Salı, Mart 28, 2017

Friendship Goals



Not: Önce - Sonra arasında yaklaşık 5 saat filan vardı. Ama sohbetin tadı hep aynıydı. Canlarım...
Güzellemeli Tavsiye: 5 saat aynı yerde oturup aynı tatta sohbeti edebileceğiniz arkadaşlar edininiz. 

Salı, Kasım 29, 2016

  Sürekli kış ayını ve kasım ayını sevmemekten yakınacağım sevgili okuyan. Üzgünüm. Belki de bu kadar yakındığın için sürekli itiliyorsun, öyle şeyler yaşıyorsun diyebilirsin. Bu da olabilir bak düşüneyim sonra bunu. 

  Bu girizgah altında bu hafta sonumu anlatmak istiyorum sevgili okuyan. Cuma günü her iş günü gibi başladı. Saat farkından dolayı gece gibi uyanmak, alelacele otobüste yenen simit kahvaltısı, şantiye yollarına düşmek... Bilinen bir iş günü. Şantiyede renkli borular tavana döşenecekti o gün. Ben de mimarıyım ya durmazsam olmuyor ya şu rengi koy hah azıcık kaydır yok diğer tarafa filan demesem olmuyor ya başlarındayım ustaların. Gidip bunları karışık renkli yerleştircez diyip konteynerda çayımı kahvemi içsem olmuyor ya başlarındayım ustaların. Sonra bir boru -boru dediğim 4metre uzunluğunda ağır boru usta omzunda taşıyor yani- o harale gürele içinde TAK ! yüzüme çarptı. Yüzümün sağ tarafından kan boşaldığını hissettim. Ama neresi tam çözemedim. O tak sesine herkes işini bıraktı koştu geldi, ustalardan birine dişim mi kanıyor diye sorduğumu hatırlıyorum. Peçete verdi, Hülya Koçyiğit'in veremli sahneleri misali peçetemde kan gördüm. Döndüm, gururluyum nasıl mağrurum :bişeyim yok devam edin siz, dedim. Yukarıya çıkmak amacım bir üst kata, lavaboların olduğu ustaların olmadığı kata, hıçkıra hıçkıra ağlayabileceğim kata. Küçük Emrah bakışlarıyla bana bakan ustaları atlatıp hemen yukarı çıktım. Lavaboda yüzüme su çarptım, lavabo yansımasından yüzümün kanını görüyorum. O an ' Bir kaç adım kenarda olsaydım şimdi hala aşağıda yüzüm yerinde duruyor olacaktım' diye düşündüğümü hatırlıyorum. Sonra koyverdim artık, ağladım, gerçekten çok ağladım. Aşağıda gözüm bile dolmamıştı halbuki nasıl bir gurursa. İşinize devam edin bık bık mış. Hayret ettim kendime yine ağladım. Neyse sonrası çok hızlı gelişti zaten. Sağlık ocağı, pansuman, izi kalmayacak merak etmeyin, şantiyeden arayanlar, tetenoz aşısı, sargı, izi kalmayacak merak etmeyin, şantiyeden arayanlar, sıcak çorba, eve gitme izni,  izi kalmayacak merak etmeyin ve uyku. İyi ki o gün cumaydı da hemen hafta sonuna bağladı. O sıra tabii Nazif, Merve, annem, kardeşim, arkadaşlarım beni mutlu etme peşindeydi. Çiçekler, tatlılar, izi kalmayacak merak etme'ler, çok yakıştı scarface oldun'lar...  Yine de hafta sonu durup durup sinirim bozuldu ağladım. Bir de zaten nezle gibiydim, bir yandan burnum akıyor belim yanım ağrıyor. Yaşlılığım çok zor olacak benim cidden. 

   Bunca şey içinde en çok aklıma takılan oydu. 'Bir kaç adım başka yerde olsam şuan bambaşkaydı.' O kadar korkunç ve aynı zamanda o kadar heyecanlı ki bu. Kesinlikle engel olamıyoruz hayatımıza bence. Kelebek etkisi gibi yani ya da paralel evrenler... Amma da abarttın , bir kesikten çıkarttığın şeylere bak dediğini duyar gibiyim sevgili okuyan. Birincisi o sadece bir kesik değil ! İkincisi de ama neyden çıkartayım, durup dururken böyle ya hakkaten diye mi düşüneyim ya da bişeyler çizerken tabi yaa mı diyeyim. Aksiyonum bu. Böyle ufak tefek şeylerde bile neden oldu böyle bir şey şimdi diye düşünüyorum ne yapayım. 

   Sonuç olarak bu olayı kışa da hayata da bağlasam artık façalıyım. Ama merak etmeyin izi kalmayacak.

Pazartesi, Ekim 31, 2016

  Sevgili okuyan sana bir kaç önceki yazımda kış ayından nasıl haz etmediğimi açıklamıştım. Ama bu sene ilk defa kış ayında saatlerce battaniye altına girme sebebi bir dizi ile karşılaştım. Bu yüzden kış ayı daha serin ama daha keyifli. Sanki kanal reklamı gibi oldu ama inan ki öyle. Gerçekten... Zamanında aklım neredeydi dedirten hatta.. 



Evet. Kesinlikle Behzat Ç. Eve gidip 3-4 bölümü gözümden haz aka aka izliyorum. Uzun zamandır ağzım bi karış mutluluktan açık ve aynı zamanda hıçkıra hıçkıra ağladığım tek dizi. Ben kendime inanamadım. Bir bölüm var içimi dağlıyor. Neyse spoiler vermeye hiç niyetim yok. Zira hayli spoiler yedim ben geç başladığım için. 



Geyikleri, kafa açan muhabbetleri, dertleri ve niceleri ... Başlayın, başlatın gençler 


Çarşamba, Eylül 28, 2016

Navigasyon mucidi

  Sevgili okuyan sana bugün sabah yaşadığım bir olayı anlatacağım. Ama sanırım dün sabahtan başlamam gerekiyor. Hatta öyle ki okulların açılıp İstanbul trafik lanetine katılan binlerce öğrenci ve onların servislerinden başlasam yeri. 

  Normalde -yazın sadece sabah işe gidenler varken- sabah 8i 20 geçe bindiğim otobüs ile 9a 5 varken iş yerinde olabiliyordum. Ama şimdi ne 8i 20 geçesi 8deki otobüse binsem bile 15 dakika geç kalıyorum. Okullar açıldı. Trafiğe öğrenciler, veliler, servisler hatta öğretmenler salındı. Benim uyanma saatimi bile yarım saat geriye çekmem gerekti. Okulları daha geç başlatsınlar. Mesela 10da? Bence buna hayır diyen olmaz. Ne öğrenciler ne de öğretmenler ne de zavallı biz özel sektör çalışanları... Zaten 1-2 en geç 3 gibi bitiyo okul varsın 4de bitsin. Neyse asıl diyeceğim bu değildi çok dağıttım yeni bir paragrafa geçmenin vakti geldi.

 Dün de yine sabahın bir vaktinde kalktım, o kadar yol gideceğim bari ayakta kalmayayım diye ilk durağa yürüdüm. Sırayla 8.00-8.20 otobüsleri gelmedi. Ben tabii durakta sinirden deliricem. 8i 40 geçe bir otobüs geldi. -Tam bu noktada neden başka otobüse binmedin diyenler için ilave ediyorum. Tek otobüs var benim iş yerime giden ne yazık ki. Aktarma yapmak da daha vakit alıyor. Bir de hafiften hırs yapmış olabilirim.- Bindim otobüse, şoföre 'saat kaç otobüsü bu' dedim. 'yaeağ işte ablacım önceki otobüs gelmedi de bişeyler gık guk' dedi. Dedim 'kaç saattir bekliyoruz sizin yüzünüzden işimize geç kalıyoruz'. Tabii klasik hiçbir sistemin işlemediğini bilen şoför 'şikayet et o zaman' dedi. Elimi böyle yere paralel atar gider eli yaparak 'şikayetle olsa keşke bu işler' diye sesimi eko yaptıra yaptıra arkalara oturmaya geçtim. Arkamdan binenler de 'evet ık geç geliyo mık şikayet diyo ık' diyerek geldiler. En son 4 durak kala filan baktım otobüs gitmiyor 'açın kapıyı' deyip atladım ofise kadar çeşitli küfürler icat ede ede yürüdüm. 

 Böyle bir günün ardından bugün, yine aynı saatte duraktayım. Bu sefer de 15 dakika geç geldi ama 40 dakika olmadığı için sorun çıkarmadım. Yine o lanet son 4 durak gelince şoför 'buradan dönüyorum arka sokaktan çıkıcam çünkü trafik tıkalı' dedi biz arkada oturan toplasan 10 kişiyi geçmeyecek güruha. Sonra inceden 'yolu bilen var mı' dedi. Aha dedim. S.çtık. Orada insanlara bakıyorum adam sesleniyor 'beyleer yolu bilen var mı?' İnsanlar sanki bir şeyler gizliyo gibi ne bileyim akbil basmamışlar gibi önlerine bakıyolar filan. Ben de gittim adamın yanına 'abi istersen navigasyondan bakayım ben' dedim. O da 'hah bak kızım nereden gidelim' dedi. Ben adamın yanında navigasyondan şimdi sağa buradan sola tarif ettim. Çıkarttım yola trafiği atlatarak, ben de burada ineyim diye durağımda indim. Hadi kolay gelsin'i çekip gittim. Bir muavinliğim eksikti gerçekten. 320a otobüsü beni muavin de yaptı. Resmen iyi kötü günlerim var otobüsle her koltuğunu her çanta koyma yerini biliyorum vesaire..   

 Not: Buradan çıkarmamız gereken sonuç İstanbul trafiği lanettir vesaire değildir. İstanbul hayatta hatta otobüste bile farklı deneyimler yaşatırdır. İstanbul'u seviyorum, kötüleyemiyorum.

Perşembe, Eylül 22, 2016

Bu bir kış sitemi

  Kesinlikle kış insanı değilim. Birden bire değişen hava beni allak bullak etti. Ofisten çıkınca havanın karanlık olması filan... Bir astroloğa göre Merkür geldi tepeme oturdu, bir batıl inanca göre merdiven altından geçtim veya şemsiye açıp odanın içinde oturdum. 

  Hava son sürat bulutlu , soğuk yani yorgun ediyor herkesi sevgili okuyan. En korktuğum başıma ne geldiyse gelen aylar da geliyor zaten - neyse kötü düşünceleri çağırmıyorduk mu neydi- Şuan mevcut memnun olmadığım birkaç konu var ama emin olup cüret edemiyorum hiçbir şeye çünkü bu gudubetli havadan büyük ihtimalle. 

  Geçen gün otobüs camları patlayacak sandım yağmur çarpmasından.

  Bayram tatilinde Nazifciğimle Ankara'da buluşmuştuk. Hani buluşmuşken romantiklik bir şey olsun dedik gece yıldızları izlemeye Seğmenler Parkı'na gittik. Park zaten ıssız, tek ışıksız. Gündüz halini gördüğüm için ne kadar güzel olduğunu biliyorum sevgili okuyan. Ama gece hali özellikle soğuk gece hali hiç çekilir gibi değil. Kahvemizi aldık elimize. Örtümüzü serdik yere, yanaşık yanaşık oturduk soğuğa tek vücut olalım diye. Hani bazen soğukta konuşurken sigara içiyomuş gibi duman çıkıyo ya insanın ağzından o haldeyiz. Kahve bardaklarını iki el tutuyoruz, yavaş yavaş içiyoruz sıcaklık elimizden gitmesin diye. Neyse sonunda her kahvenin sonu geldi, biz de uzanalım dedik örtünün üstüne. Görünür sebep: yıldızları izlemek, asıl sebep: bari sırttan soğuk yememek. Neyse işte 'şu yıldız sensin bu yıldız benim' geyikleri klasik. En son ben yarı titrer ' şuu büüyyüükk ayıı yııldığğzı mııığğ' deyince apar topar kalktık. Koşar adım eve gelip koltukta bağdaş pozisyonu oturduk. 

 Geçen ne güzel şort kısa kollu tişört otururken uzun polar pijamamı giydim.

  Sabahları uyanmak da ayrı işkence. Zaten uyanmak kendi başına bir işkenceyken bir de koşa koşa tuvalete gitme zorunluluğu, tuvaletin sabah soğukluğu ve hızlı hızlı giyinme mecburiyeti. Bu sabahı ele alalım mesela. Artık öğrenciler de trafiğe karıştığı için normalden erken kalkıyorum. Tam içimden 'aa ne güzel hemen uyandım' derken üzerimden pikeyi atmamla birlikte ev tokadı çarptı: soğuk ulan koş git hemen işe. Şantiyeye gideceğimiz gün tam da. Sonra bir saati varmış insanın 'eşref saati' olabilir. Uyduruyor da olabilirim. O saatlerde dilediğin şeyler gerçekleşirmiş. Sabah otobüs boyunca şantiyeye gitmesek ya diye diledim durdum. Ofise geldim, bir telefon şantiye toplantısı iptal. Normal insanlar sevinir değil mi? Bak dileğim oldu yaşasın filan... Aynen içimden şunu geçirdim 'boşu boşuna kaç saat düşündüm bilsem başka bir şey dilerdim :|' 'boşu boşuna da şantiye kılığı giyindim' Iyyy ne biçim insan oluyorum dedim sonra. 

  Velhasıl nefret ediyorum soğuktan. 

  Sadece gece yatağa girmesi  güzel. Başta buz gibi olan yatağı çeşitli akrobatik hareketlerle ısıtırsın ya o an güzel. Bir de şey patik giymesi :) 

  Böyle bir nefret yazısını da boş boş okuttuğum için özürler dilerim okuyan. Ama bir yere bunları haykırmam lazımmış. Baksana insan sevmediği insan hakkında bile bu kadar konuşmaz. Kardeş olsan sevilmezsin kış ...